Ara
SERGİLER
KADİM BİR HALKIN NEFESİ: MERYEM ANA KİLİSESİ
KADİM BİR HALKIN NEFESİ: MERYEM ANA KİLİSESİ
Bu topraklarda Meryem Ana Kilisesi gibi 3. ve 4. yüzyıldan kalma Süryanilere ait inanç mekânları bulmak mümkün, ama ne yazık ki Süryani kültürünü yaşatacak denli nüfus kalmış değil.
(Fotoğraf: Dilan Bozyel, 2010)

Hıristiyanlığı ilk benimseyen toplum olan Süryanilerin Mezopotamya’daki varlığı beş bin yıl öncesine uzanıyor. Bugünün Diyarbakır’ı da Urfa’dan sonra Hıristiyanlığın ilk yayıldığı bölgelerden biri. Bu da coğrafyada geçmişi iki bin yıla uzanan Süryani inanç mekânlarının varlığını getiriyor. MS 1. ve 2. yüzyıldan değilse de 3. ve 4. yüzyıldan kalma kimi kilise ve manastırlar bugüne ulaşabilmiş. Ne yazık ki bu toprakların parçası olan Süryani kültürü ve hayatı için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Hatta Türkiye’nin yok denecek kadar azalmış Süryani nüfusu, bugün dahi kimi siyasi ve toplumsal baskılarla mücadele etmek zorunda kalıyor.

Diyarbakır’ın kültürel hayatı açısından kıymetli mekânlarından olan Meryem Ana Süryani Kilisesi’nin kendi serüveninin yer aldığı bu bölümde, yapının Süryaniler için anlamını Diyarbakır Süryani cemaatinden eczacı Truman Şakarer yazdı. Şakarer’in “Diyarbakır’ın Süryanileri” başlıklı yazısı, bugün kentten eksilmiş bir değeri, kadim bir inancı ve geleneği, kişisel tecrübeler ışığında kayıt altına alıyor.

Mezopotamya’nın kadim halklarından olan ve tarih boyunca farklı isimlerle devletler, krallıklar, imparatorluklar kuran Süryanilerin kökeni beş bin yıl önceye uzanıyor. Yazıdan eğitime, bilimden sanata, bu coğrafyanın medeniyet tarihinde öncülük ettiği birçok alanda da Süryanileri anmadan konuşmak mümkün değil. Kültür ve edebiyatın dışında her tür el işçiliğinde ve zanaatte de Süryani geleneğinin yeri hep ayrı oldu.

Hıristiyanlığı en erken benimseyen toplum olan Süryanilerin ilk kiliseleri, o dönem Romalıların egemenliği altında olan Antakya’da MS 38 yılında kurulmuştu. Mezopotamya’nın farklı yerleriyle birlikte, bugün Diyarbakır olarak bildiğimiz bölgenin Hıristiyanlaşması 1. yüzyıl ile 4. yüzyıl arasında oldu; ilk kiliseler de bu dönemde kurulmaya başlandı. Midyat Anıtlı’daki Meryem Ana Kilisesi dışında 1. ve 2. yüzyıldan ayakta kalan Süryani kilisesi yok. 3.- 4. ve daha sonraki yüzyıllarda yapılmış kilise ve manastırlara örnek olarak Diyarbakır’daki Meryem Ana Kilisesi dışında, Nusaybin’deki Mor Yakup Kilisesi, Mor Evgin Manastırı, Midyat’a bağlı Alagöz (Bakışyan) köyündeki Mor İliyo Kilisesi, Deyrulzafaran Manastırı ve Mor Gabriel Manastırı sayılabilir.

On Gözlü Köprü’nün güney tarafındaki ilk ayağın tabanında, aslan figürüne eşlik eden ve 1949 yılında Mardin Metropoliti Hanna Dolabani tarafından Türkçeye çevrilen yazıtta Süryanice, köprünün “Buhro halefi İkinci Mano” zamanında, yani MÖ 90 yılı civarında onarıldığı yazıyor. Bu, köprünün çok daha erken yapıldığının işareti olduğu kadar, Diyarbakır’ın tarihinde Süryani varlığının çok eskiye gittiğinin de göstergesi. Daha sonra tahrip olan köprü 11. yüzyılda Mervanîler döneminde de büyük bir onarım görmüş.

Akyüz, G. (2000) Diyarbakır’daki Meryem Ana Kilisesi’nin Tarihçesi.
Meryem Ana Kilisesi’nin 1909 yılına ait bu fotoğrafı tarihe arkeolog, dağcı, coğrafyacı, ajan, yazar, gezgin ve fotoğrafçı olarak geçen Gertrude Bell tarafından çekilmiş. (Newcastle Üniversitesi Gertrude Bell Arşivi)
Meryem Ana Kilisesi’nin Antakya Süryani Kilisesi açısından bir önemi de değişik dönemlerde Patrikliğe ev sahipliği yapmış olmasından ileri geliyor. Fotoğraf 2010 yılından. (Fotoğraf: Merthan Anık)

Meryem Ana Kilisesi’nin ilk olarak 3. yüzyılda bir pagan tapınağı üzerine inşa edildiği, geçirdiği yangın ve deprem sonrasında bir kısmının yıkıldığı ve daha yüksek, kubbeli bir yapıya dönüştürüldüğü fikrini destekleyen çeşitli mimari ve dinsel veri mevcut. Kilisenin Antakya Süryani Kilisesi için önemi, tarihî değerinin ötesinde, değişik dönemlerde Patrikliğe ev sahipliği yapmış olmasından ve ünlü din bilimcilerin, şairlerin, azizlerin ve patriklerin mezarlarının burada bulunmasından kaynaklanıyor.

Kilisenin içinde ve dışında yüzyıllar içindeki onarımları işaret eden çeşitli kitabeler bulunuyor. Yapının serüvenini bu kitabelerden takip etmek mümkün. 

Üst kısmı kubbeli ayin yerinin (kduşkudşin) ahşap işlemeleri, kilisenin özgün niteliklerinden biri. Bu işlemelerin ve dinsel metinlerle kaplı sütunların benzeri Deyrulzafaran Manastırı’nda bulunuyordu; oradaki ahşap işlemeler ne yazık ki bugüne ulaşmayı başaramadı. Ahşap kduşkudşinler, ceviz ağacından yapılmış kapılar, azizlere ait tablolar, el işçiliği ürünü gümüş kandiller ve kiliseye ait pek çok eşya, Meryem Ana Kilisesi’nin tarihî kıymetini daha da artıyor.  

Akyüz, G. (2000) Diyarbakır’daki Meryem Ana Kilisesi’nin Tarihçesi.

Süryani Ortodoks inancında kilise ve manastırlar, yalnızca ibadet mekânları değil aynı zamanda eğitim verilen, cemaatin buluştuğu ve idare merkezi işlevi gören yerler olduğundan divanhane, kütüphane, medrese ve misafirhane gibi unsurlar da yapının doğal parçalarından oluyor. Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi de, Mor Yakup Kilisesi, divanhane ve patriklik ile birlikte bir yapı grubu oluşturuyor. Meryem Ana ve Mor Yakup kiliseleri bitişik, patriklik bunlardan bir avlu ile ayrılmış. Yapıda toplam üç avlu bulunuyor.

Kilisenin bugünkü giriş kapısı Puşucu Sokak üzerinde. Girişteki küçük ilk avlu, doğusunda Mor Yakup Kilisesi, güneyinde ana kilise yapısı ve batısında lojman duvarı cepheleriyle çevrelenmiş. Buradan Meryem Ana Kilisesi ana girişinin yer aldığı, ortasında sekizgen bir havuz bulunan ana avluya geçiliyor. Patriklik binası, doğu-batı doğrultusunda uzanmış.

Özgün ahşap kapıdan girilen kilisenin sekiz ayak üzerine yükselen kubbesi tuğla ile örülmüş; duvarlar bazalt taşından, zemin ise taş kaplama. Kubbe ortasında, aynalı bir yıldız motifi yer alıyor. Kilisenin kuzeydoğu köşesindeki ahşap kapı Mor Yakup Kilisesi’ne açılıyor. Çan kulesi ise güney cephesine bitişik konumda.

Eyüpgiller, K. K., Kahya, Y. ve diğerleri (2014) Meryem Ana Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi Raporu, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Restorasyon Programı, İstanbul.
Divanhane, medrese, misafirhane gibi bölümlerin bulunduğu ana kilise avlusunda sekizgen bir de havuz mevcut.
9. yüzyılda çıkan bir yangın Meryem Ana Kilisesi’nin birçok bölümünün yanmasına neden olmuş. Fotoğrafta yangın sonrasında yapılan kalemişi bezeli ahşap kduşkudşinden (apsis) bir detay görülüyor.
(Fotoğraf: Merthan Anık, 2005)

9. yüzyılın ortalarında kilisenin bakıcısı ve çancısının ısınmak için yaktığı ateşin kontrolden çıkarak kadınlar mahfili üzerinden süslü ahşap tavana sıçraması nadide işçiliğin kül olmasına neden olmuş. Bunun üzerine Muş ilindeki Aşut oğlu Fokrat’tan yardım istenmiş. Oradan gelen para ve kereste ile Meryem Ana ve Mor Yakup kiliselerinde zarar gören ahşap mihrap ve kapı kanatları yenilenmiş.

Günel, A. (1970) Türk Süryaniler Tarihi, İstanbul.

1950’li yıllardan sonra artan betonarme ve çimento kullanımı Meryem Ana Kilisesi’nin onarım çalışmalarına da yansımış. Örneğin 1954’te kilisenin iç duvarlarının sıvandığı biliniyor. Kilisenin batı cephesinde revakta batı köşede yer alan sütun üzerinde 1965 yılına ait bir onarım kitabesi eklenmiş. Bu onarımda da ne yazık ki çoğunlukla betonarme ve çimento malzeme kullanılmış. 1970 yılında ise avludaki döşeme taşları değiştirilmiş.

2004’te Meryem Ana Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi Vakfı’nın girişimiyle başlatılan onarımda, yıllar içinde yapılan kimi niteliksiz eklemeler kaldırıldı.

Eyüpgiller, K. K., Kahya, Y. ve diğerleri (2014) Meryem Ana Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi Raporu, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Restorasyon Programı, İstanbul.
2004’te başlayan restorasyonla birlikte, 1950’li yıllardan sonra yapılmış, kilise mimarisine uymayan kimi uygulamalardan vazgeçilmeye başlandı. Giriş kapısının üzerindeki Meryem Ana ve Çocuk İsa resmi, Halepçe katliamının ardından 1990’da zorunlu göçle Irak Kürdistanı’ndan Diyarbakır’a gelen bir Süryani ressam tarafından yapılmıştı. (Fotoğraf: Dilan Bozyel) 
Meryem Ana Kilisesi’nin bulunduğu mahalle Diyarbakır’da Süryanilerin en yoğun yaşadığı yerdi. Bir kısmı da Hançepek çevresinde otururdu. Hepsini buluşturan kilisenin 1964’te çekilen bu fotoğrafında Patrik Mor İgnatius Yakup III görünüyor.
(Can Şakarer arşivi)

Diyarbakır’ın Süryanileri

1.

Diyarbakır’da Süryanilerin büyük çoğunluğu Meryem Ana Kilisesi’nin bulunduğu Lalebey Mahallesi’nde, bir kısmı da Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı Hançepek civarında otururdu. Biz Hançepek’teki Süryanilerdendik.

Gün ışımaya başlarken dedemizin bizi kiliseye götürme saatinin yaklaştığını hissederdik. Dedem çok dini bütün bir Hıristiyan olduğundan ileride Yüce Tanrı’ya hesap vermemek adına sabah erken saatlerde torunlarını tek tek evlerinden alır, ağır ağır yürüyerek sokak aralarından Meryem Ana Kilisesi’ne götürürdü. Dua süresince de bizleri izleyebileceği bir yere oturturdu. Bu, ergen yaşlarımıza gelinceye kadar devam etti. Bir süre sonra Süryani toplumu, her biri düğüne gidercesine en şık ve yeni kıyafetleriyle yavaş yavaş kilisede boy göstermeye başlardı. Hanımlar ve beyler ayrı oturur, dualarını yaparlardı.

Duadan sonra kilisenin o görkemli avlusunda herkes birbirinin hatırını sorar, arada şehir dışından gelenlerle hasret giderirdi. Kilise avlusu aynı zamanda oğullarına kız arayanların uğrak yeriydi; böylece kilise yeni yuvaların oluşmasında kutsal bir görev yerine getirmiş olurdu. Bu arada toplumun nispeten olgun ve yaşlı kişileri divanhane kısmına geçer, o hafta vuku bulmuş sosyal, siyasal ve ekonomik olaylara dair hasbıhal ederlerdi.

Truman Şakarer, Diyarbakır Süryani Cemaati Mensubu, Eczacı

2.

Kilise, Süryani toplumunun hem ibadethanesi, hem evi, hem de gençlerinin pazar ve tatil günleri risk almadan eğlenebilecekleri, kendi aralarında oyun oynayabilecekleri en emin mekândı.

Cumartesileri öğleden sonra, rahmetli Papaz Hori Bişara Başaranlar’ın oğlu Tuma Başaranlar büyük bir ciddiyetle yetiştirilen Süryani gençlerine Süryanice ilahiler, Süryanice ve Türkçe öğretme çabası içinde olur, bu kutsal görevi yerine getirmenin mutluluğunu yaşardı.

Önemli Süryani düşünürü, öğretmen, filolog ve gazeteci Naum Faik Palak da kilisede, Hanna Sırrı Çıkkı Efendi’nin yönetiminde Süryani Kadim Kardeşler Topluluğu tarafından 19. yüzyılda tesis edilen okulda yetişmişti.

Truman Şakarer

Süryani inancında kiliseler aynı zamanda gençler için eğitim, inananlar için de sosyal bir buluşma merkezi. 1800’lü yılların sonunda çekilen fotoğrafta, kıpırdayan sabırsız gençler flu çıkmış. (Adnan Palakoğlu arşivi)
Bugün Diyarbakır’da sadece birkaç Süryani aile yaşıyor. Bin yıllara direnen bu kutsal yapının kapıları ise açık. (Fotoğraf: Merthan Anık)

3.

Anneannemler Meryem Ana Kilisesi’nin bulunduğu sokakta otururdu. Anneannem kiliseye gidemediği pazar günlerinde, duadan sonra dağılma saatinde evin cumbasında oturur, o hafta kiliseye gelen ailelerin geçit resmini izlerdi. Kiliseye gelmeyenleri ve bunu ihtiyat haline getirenleri ayıplardı.

Diyarbakır’ı 1980 yılında terk edene kadar kilisemiz bize devasa bir yapı gibi görünürdü. İstanbul’da birkaç yıl yaşadıktan sonra Diyarbakır’ı ziyaret ettiğimizde Meryem Ana Kilisesi’nin İstanbul’daki kilise ve camilerin yanında ne kadar minyatür bir yapı kaldığını görüp şaşırır, kısmen de üzülürdük. Şimdi tek tesellim, yüzlerce yıl Süryani toplumuna ibadet mekânı olmuş kilisemizin mamur, dimdik ayakta durması ve anılarımızı geleceğe taşımasıdır.

Truman Şakarer

4.

Alman düşünür Goethe’nin “Herkes evinin önünü süpürsün, sokaklar temiz olur” sözü sanki Meryem Ana Kilisesi’nin bulunduğu Süryani mahallesi için söylenmişti. Aileler kendi kapılarının önü daha temiz olsun diye birbirleriyle adeta yarışırdı; mahalleye girildiğinde sokakların temizliği ayrı bir ferahlık verirdi. Şimdi aynı sokaklara gittiğimizde pasaklı, kirli virane hali gördükçe yüreklerimize yük biner, üzülürüz. Eski günleri hüzünle anarız.

Süryani ailelerinin beyleri, hanımları ve gençleri kendi aralarında muhafazakâr bir yaşam sürerlerdi. Aileler kış geceleri dönüşümlü olarak birbirlerinin evine gider, zamanı hikâyeler, fıkralar anlatarak, o günlerde vuku bulmuş olaylar üzerine sohbet ederek geçirirlerdi. Bazen bir avluda dört-beş aile birlikte yaşar, mutfağı, banyoyu, suyolunu ortak kullanır ve herkes birbirine saygılı davranırdı. Ufak tefek olayların dışında bir tek kere olsun aileler arasında bu nedenle bir tatsızlık ve tartışma yaşandığını duymadım. Müslüman aileler de aynı anlayıştaydı. Bugünle kıyasladığımızda o zamanki insanlarımızın ne kadar hoşgörülü olduğunu takdir etmemek elde değil.

Truman Şakarer

Kimi zaman bir avluda dört-beş aile yaşayan Süryaniler, mahallelerinde komşuluk etseler de genelde içlerine kapalı bir hayat sürüyordu. Fotoğraf 1940’lı yıllardan. (Adnan Palakoğlu arşivi)
Süryanilerin sosyal hayatının önemli hadiseleri düğünler, nişan ve kına törenleri ve tabii ki cenazeler oluyor. Bu fotoğraf 2010’da çekilmiş.
(Fotoğraf: Merthan Anık)

5.

Süryani erkeklerin hemen tamamı sanatkâr, terzi, kuyumcu, otomobil tamircisi, kaportacı, bakırcı, kalaycı, manifaturacı, ipekçi, puşucu ya da kumaş tüccarı idi. Müslüman komşularına saygılı olmanın dışında, muhafazakâr yapıları nedeniyle onlarla arkadaşlıkları da sınırlıydı. Sabah erkenden işe başlar, akşama kadar dur durak bilmeden çalışırlardı. Akşam üzeri çöktüğünde önceden sözleşmişçesine kahveye gider, birkaç el oyun oynayıp tavlada zar attıktan sonra evlerine dönerlerdi.

Bu şekilde monoton hale gelmiş hayatın istisnaları bir vefat veya yakın akrabalardan birinin evlatlarının nişan, kına ve düğününün olmasıydı. Süryani kına ve düğünlerinin neredeyse tamamı evlerde olurdu. Erkekler ve hanımlar bir arada olmak üzere, düğün sahibinin maddi olanakları doğrultusunda mükellef bir ziyafet verilirdi. Bu düğünlerin vazgeçilmezi, ikram edilen rakı ve Süryani şarabıydı. Yaşamım boyunca ne Diyarbakır’da, ne de İstanbul’daki Süryani toplumunun düğünlerinde en ufak bir tatsızlığa şahit olmadım; böyle bir şey duymadım da.

Artık Diyarbakır’da Süryaniler yok. Binlerce yıl bu topraklarda yaşayan ve bir dönem nüfusun önemli kısmını oluşturan Süryanilerden maalesef tek bir aile bile kalmadı. Bu antik kentte Süryani nüfusunu sadece kilise avlusunda yaşayan papazın ve zangocun ailesi oluşturuyor bugün.

Truman Şakarer