Diyarbakır’da günümüze ulaşmış en geniş ibadet alanına sahip Ermeni Ortodoks kilisesi olan Surp Giragos Kilisesi, 2010-2014 yılları arasında kapsamlı bir restorasyon geçirmişti. Onarımın ardından ibadete açılan kilise, Anadolu’daki Ermeni mirasına ilişkin birçok etkinliğe de ev sahipliği yaptı. Ancak 2015’te kentte yaşanan çatışmalı süreçte ağır hasar aldı. Ateşli silahların etkisiyle duvarları, damı zarar gördü; hemen müdahale edilememesi tahribatı artırdı. Ayrıca daha sonra yapının bir cephesinin bulunduğu Yenikapı Sokağı’nda genişletme amaçlı yapılan yıkımla, kiliseye ait tescilli dükkânlar tamamen yıkıldı. 2018’de kilisede yeniden restorasyon çalışması başladı.
Bu bölümde Surp Giragos Kilisesi’nin mimari açıdan tarihini ve önemini Meral Halifeoğlu kaleme aldı. Ermeni yazar Jaklin Çelik ise annesi Mari Çelik’in hatıralarından yola çıkarak 1970’te ayrıldıkları Diyarbakır’ı, Ermeni cemaatinin kentle ilişkisini ve Surp Giragos Kilisesi’ni anlattı. Çelik’in yazdıkları, bir dönemin yaşayışına dair ayrıntıları kayda düşürüyor.
Kent merkezinde, Suriçi bölgesinin kuzeydoğu dilimindeki Surp Giragos Kilisesi, Diyarbakır’da günümüze ulaşmış en geniş ibadet alanına sahip Ermeni Ortodoks kilisesi olma özelliğini taşıyor. Kilise batı tarafında Keldani Mar Petyum Kilisesi ile komşu. Tam olarak hangi tarihte yapıldığı bilinemese de yapıyı 16. yüzyıl eseri olarak anan kaynaklar var. Örneğin Simeon Tbir Lehatzi’nin (1584-1636) seyahatnâmesinde adı geçiyor. Tarihçi Ğugas İnciciyan (1758-1833), “Coğrafya” adlı eserinin Asya bölümünde, 1515 ya da 1518 yılında Aziz Teodoros Kilisesi’nin camiye dönüştürülmesinden sonra, kiliseye ait olan mezarlığın içinde bu yapının yeniden inşa edildiğini belirtmiş.
Doç. Dr. Meral Halifeoğlu, Restoratör mimar
Yapı, 1960 yılına kadar askerî depo, Sümerbank bez deposu gibi değişik amaçlarla kullanıldıktan sonra, Diyarbakır Ermeni cemaati tarafından devralınarak, kısmi onarımlarla tekrar asıl işlevine kavuşturulmuş. I. Dünya Savaşı sırasında Alman subaylarının karargâhı olarak kullanıldığı da biliniyor. 1914 yılında yaptırılan görkemli çan kulesi, Şeyh Mutahhar Camii’nin “Dört Ayaklı Minare”sini geçtiği için 1916’da yıktırılmış.
Meral Halifeoğlu
Diyarbakır’da günümüze ulaşmış en geniş ibadet alanına sahip Ermeni kilisesi olan Surp Giragos Kilisesi aynı zamanda yedi apsisli, enine ve dikine beş nefli tek kilise örneği. 1990’lı yıllara kadar kısmen de olsa kullanılan yapı, kilise bölümünün dışında geniş avlusunu saran şapel, papaz evi, misafirhane, dershane, dükkânlar ve diğer servis birimleriyle bütünsel bir özellik sergiliyor. Kilise bölümü, on altı silindirik sütuna oturan, çift merkezli kemerlerle geçilmiş beş neften oluşuyor. Batıdaki kadınlar ya da koro katına ait sütunlar ve bu kata çıkışı sağlayan taş basamaklar varlığını korurken, üst örtünün tamamı 1990’lı yıllarda tamamen çökmüş. Apsis (horan) kanadının kuzey ve güneyinde üst katta birer eyvana dönüşen oda mevcut. Üst katta, yedi apsisin üzerindeki yükü hafifletici odalar ile kuzey ve güneydeki eyvanları bağlayan dar bir koridor yer alıyor.
Meral Halifeoğlu
Kilisenin güneyde ve kuzeyde birer, batıda üç olmak üzere toplam beş girişi mevcut. Bir kısmı günümüze ulaşan çan kulesinin alt kaide bölümü, tüm yapı katlarını kapsayacak biçimde batı yüzün ekseninde düzenlenmiş. Yükselen iki silindirik kesitli ayakların taşıdığı kemer içerisinde balkon yer alıyor. Zangocun çan çaldığı bazalt balkon, yapı sanatının ince ayrıntılarını sergiliyor.
Günümüze çan kulelerinden hiçbiri ulaşmayan Surp Giragos Kilisesi’nin, şapel, papaz evi, misafirhane, dershane ve diğer servis bölümleri de kullanılamıyordu. Doğudaki bugün kapatılmış girişin yer aldığı eyvan kemerleri yıkılmış durumdaydı. 1990’lı yıllardan itibaren uzun süre boş ve bakımsız kalan yapı, 2010-2014 yıllarında Surp Giragos Hızır İlyas Vakfı ve Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından kapsamlı bir şekilde restorasyonu yaptırılarak kentin inanç, kültür, sanat ve sosyal yaşamına yeniden kazandırıldı.
Meral Halifeoğlu
Öte Mahalle
1.
Tanrı’nın soluğunu henüz üzerlerinden esirgemediği bir zamandan dökülür kelimeleri annemin Diyarbakır’dan bahsederken. İstanbul’a geldiği 1970’den beridir doğduğu ve çocuklarını doğurduğu o şehri anlatır durmaksızın.
1970’lerde İstanbul’a gelen Diyarbakırlı Ermeni ve Süryaniler için Gedikpaşa-Kumkapı civarı geride bıraktıkları şehrin mikro ölçekte bir uyarlamasıydı. Doğdukları toprakla aidiyet ilişkileri kopan bu insanlar için geçmiş artık kendilerinden hızla uzaklaşmakta olan bir gezegenden farksızdı. Bu savrulmanın yarattığı korkunun üstesinden gelebilmek için iyisiyle kötüsüyle eski günleri terennüm ederek birbirlerini sağaltmaya çalışıyorlardı. Bütün amaçları bu yeni dünyada bir kısım adetlerini ve ağız tatlarını da kaybetmeden yaşamlarını sürdürebilmekti. Birbirlerine anlattıkları hikâyeler önemliydi. Çünkü bilmedikleri bir şehri tecrübe ediyorlardı ve hangi ağızdan anlatılırsa anlatılsın geçmişin sesine bürünen bu hikâyeler onlara yol gösteriyordu. Ortak geçmiş iki öte mahallenin Ermeni ve Süryani çoğunluğunu İstanbul’da tek mahalleye sığdırmıştı. Birçoğu yurtdışına göçen bu insanların son durağı olmuştu İstanbul’daki bu tarihî semt.
Annem Diyarbakır’dan geldiğinden beridir durmaksızın anlatır. Orada yaşayanların, yaşanmışlıkların hepsi annemin göğsünün tam üstünde bakır bir sinide döner durur. Bu yüzden zaman kalay tutmaz, tutarsa hepsi silinip gider. Annem bunu bilir.
Jaklin Çelik, Yazar
2.
Annem, geldiği şehrin, Diyarbakır’ın çoğul halidir. Anlattıkça çoğal(t)ır. Öte mahalleyi, öte mahalleye karşı kendi mahallesini anlatır. Vaftiz olduğu Meryem Ana Süryani Kilisesi’ni, evlendiği ve üç çocuğunu vaftiz ettiği öte mahalledeki Surp Giragos Ermeni Kilisesi’ni anlatır. Kiliselerin nasıl dolup taştığını, iki mahalle arasındaki gidiş gelişleri anlatır. Pazar ayininden çıkanların sofralarında nasıl ağırlandığını anlatır. Ermeni ve Süryani mahallelerinin her biri diğerine göre öte olsa da biri diğerine hısımdır, dosttur, gönüllerin birbirine düştüğü yerde khınamidir [dünür].
Annem anlatırken, doğduğu Puşucu Sokak’ta, şakşakosunu [kapı tokmağı] kaybetmiş kapıların gerisinden puşucuların1 “çak çak” sesleri duyulur yeniden. O seslerin arasında minarede müezzinin rolünü çalan Sami Hazinses’in, mahallenin Müslüman kesimini “gâvur” sesiyle namaza çağıran yersiz ve zamansız ezanı duyulur.
Dar sokaklardan birinde Miro görünür. Demirciler çarşısındaki hasılatını “Arbedaş Direkhana”2 arası bir kumarhanede gömüp şu hayatta bahtsızlığını, kısmetsizliğini, yetimliğini ve yalnızlığını kumarla cilalayıp alkolle körelttikten sonra düşmüştür Hançepek’in sokaklarına. Karanlığın telvesinde yalpalayan adımları ve “Suzan Suzi”nin omuzlarına yüklediği Kırklar Dağı’nın ahıyla, evde bekleyen anası Eğso’nun, kendisini avluda sarhoşluğunu ayıltacak ahına doğru yol alır. O sıra Garabed Khaço’yla Aram Dikran, Erivan Radyosu’ndan ses verir. O zamanlar Erivan Radyosu kalbin frekansıdır. O frekansa asılır bütün duygular; orada salınır, orada büyür ve olgunlaşır.
Jaklin Çelik
1 Puşucu: Başa veya boyuna sarılan ipek örtü olan puşuyu dokuyan kişi. Aynı zamanda Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi civarında bir sokak.
2 Arbedaş Direkhana: Bir Diyarbakır türküsü. Ahşap direklerin üretildiği ve satıldığı direkhaneler, Arbedaş adlı su kaynağının bulunduğu mahalledeydi.
3.
Anlatıların kelimeleri içe battığı zamanlarda ise fotoğraflar saçılır ortalığa. Siyah-beyaz görüntülerde, bulundukları yeri terk etmeyecekmişçesine ağız dolusu gülüşler dökülür. Sanki bir sofrayı yarım bırakıp gitmişlerdir de az sonra döneceklerdir. Hevsel’de gelincik bahçeleri şenlendiğinde, baharın gelişi kutlanır Gazi Köşkü’nde. Bir aile fotoğrafında, bir kış günü üzerlerinde kışlık kıyafetleriyle aile bireyleri soyunur, mevsim yaza döner. Adımlar Melik Ahmet’ten Dört Ayaklı Minare’ye yönelir, oradan da Hançepek’e.
Dilan Sineması’nda tanışır Greta Garbo, Rita Hayworth, Rock Hudson, Vivien Leigh ve Clark Gable’la. Prenses Süreyya ve Jaklin Onasis’le tanışıklıkları ise Hayat Mecmuası’ndan. Bu yüzden erkek giyim kuşamı konusunda referansları ve ikonları Humphrey Bogart ve Clark Gable; söz kadınlara geldiğindeyse Rita Hayworth ve Prenses Süreyya tadındadır. “Rüzgâr gibi geçmiş” bir acı tattır annemin zihninde Dilan Sineması. Öyle anlatır…
Abisinin ona aldığı ayakkabılarla amca çocukları Abdo ve Süslü’yle Dilan Sineması’na gittiklerini anlatır. Abdo, üzerinde koyu gri paltosu, güneş gözlükleri ve cilalı ayakkabılarıyla biriktirdiği Amerikan aktörlerinin kartpostallarındaki görüntülerin hayat bulmuş bir yansımasıdır o sıra. On sekizinde ölen kız kardeşi Süslü’nün ardından kartpostalları yakar. Çok değil yirmisinde de Abdo ölür. Mari de Abdo’nun ona okuması için getirdiği ve kendisinin de kilerdeki şarap fıçısının gerisinde biriktirdiği kitapları yakar. O yangında Madame Bovary yanar, Anna Karenina yanar, Michel Zevaco ve diğerleri yanar.
Jaklin Çelik
4.
Annem hep anlatır, olayları, insanları, zamanın yuttuklarını, zamanın kursağına takılanları, iyi kötü ne varsa, elli yıldır anlatır… Kırklar Dağı’ndan çalınan İncil’i anlatır. Hırsızlar Dicle’den kaçarken üzerinde bulundukları kelek Kırklar Dağı’nın karşısında hareketsiz durmuş. Bir kadın belirmiş birden, anadan üryan, Dicle’nin kenarında yıkanmaktaymış. Hırsızlar anlamış ki İncil’i Kırklar Dağı’ndaki kiliseye bırakmadan kelek hareket etmeyecek. İncil’i yerine bıraktıklarında kelek hareket etmiş, suyun kenarında yıkanan kadın durduğu yerde silinip görünmeze karışmış. Biz, bu ve benzeri “rivayet edilir ki” diye başlayan hikâyeleri, Kumkapı’daki evimizin bahçe katında, elektrikler kesildiğinde dinlerdik. Bahçenin karanlığında Dicle’nin sesi çağıldardı, duvarlarında ise öte şehrin gölgeleri oynardı.
Jaklin Çelik
5.
Annemin hikâyelerine ne bir gözyaşı ne de ağır bir sitem eşlik eder. Öyle ya kendi hikâyesine ağlayamaz insan. Ağlıyorsa o başkasının hikâyesidir. Bazen derinlerden bir iç çekiş. Hevsel Bahçeleri’nin girişinde bir zamanlar babasının işlettiği çeltik fabrikasının fotoğrafını gördüğünde, aynı iç çekişle “Babamın alın terinden bir damla elbet düşmüştür Dicle’ye” dedi. Kimseler bilmez, annem bile, her bahar geldiğinde Hevsel Bahçeleri’nde dalında bir yaprak ağlar.
Öte yandan İstanbul’a geldikten sonra Diyarbakır’a gitmeyi istemedi hiçbir zaman. Haklı bir gerekçesi var: “Kalbim kırık” der sorulduğunda. Öyle ya, insanın doğup büyüdüğü şehre gitmemek için bir dolu gerekçesi olabilir. Küsmüştür şehre, incitmiştir şehir onu, kırmıştır hikâyesini orta yerinden, olmadık bir zamanda.
Erivan Radyosu artık miadını doldurmuş bir efsanedir bölgede. Ama Garabed Khaço’yla Aram Dikran’ın sesinde yeni çocuklar büyür şimdilerde Diyarbakır sokaklarında. O çocuklar büyürken insanlık büyür, umut büyür.
Bilirim, annem de böyle olsun ister…
Jaklin Çelik
KAYNAKÇA
Meral Halifeoğlu
• van Berchem, M. (1910) Amida: Matériaux pour l’Epigraphie et l’Histoire Musulmanes du Diyar-Bekr, Carl Winter’s Universitätsbuchhandlung, Heidelberg.
• Halifeoğlu, F. M. (2012) “Diyarbakır Surp Giragos Kilisesi Üzerine Bir Değerlendirme”, Kâgir Yapılarda Koruma ve Onarım Semineri IV, KUDEB, İstanbul: 25-36.
• Halifeoğlu, F. M., Güler, M. Ş., ve Kıran, B. (2012) Surp Giragos Kilisesi’nin Restorasyon Projesi.
• Tomas Çerme kişisel arşivi.
• Tuncer, O. C. (2002) Diyarbakır Kiliseleri, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları, Ankara.