Yıkanmak her daim hem bedensel hem ruhsal temizlenme anlamına geldi insan için. Bu eylemin topluca yapıldığı mekânlardan hamamların da, birlikte “temizlenmenin” ötesinde işlevleri oldu. Gündelik hayatın sosyal kesişme noktalarını çeşitlendirdiler, kendi ritüellerini, tarihlerini yarattılar.
Hamamlar Diyarbakır’ın kültürel dünyasında da hep önemli oldu. Araştırmacı Birsen İnal, şahsi tecrübelerinin izinde, şehrin hamam kültüründen kesitler paylaştı. 94 yaşındaki Diyarbakırlı Remziye Özakbulut, kendisiyle yapılan sözlü tarih görüşmesinde çocukluğundan hatırladığı hamam günlerini aktardı. Akademisyen Emine Ekinci Dağtekin ise Diyarbakır’ın önemli hamamlarını tarihsel ve mimari açılardan ele aldı.
Tarihî dokularıyla, şifahane olma özellikleriyle, yol açtıkları sosyalliklerle hamamlar eski Diyarbekir kültürünün önemli köşe taşlarıydı. En çok gidilen tarihî hamamlar Melik Ahmet Hamamı, Deva (Deve) Hamamı, Paşa Hamamı, Küçük Hamam (Şensu Hamamı), Vahap Ağa Hamamı, Çardaklı Hamamı, Suakar Hamamı ve Kadı (Kadê) Hamamı’ydı.
Hamamlar kadın, erkek hepimizin anılarında bir şekilde yer alır. Kadınlar hamamı ise kendine has özellikleriyle bir laboratuvar gibidir. Vücutların buhar eşliğinde toksinlerden arındığı, kese ile tenlerin yenilendiği, masajla ağrıların giderildiği yerler olmalarının yanında, gelin adayı arama, dedikodu yapma, fors satma, fiziğine güvenenler için arz-ı endam gibi işlevleri de bulunur.
Bir gün önceden evler kıyı köşe temizlenir, hamam bohçaları akşamdan hazırlanırdı. Hamam günü erken kalkar öncelikle “ayax yolî” (tuvalet) temizliği yapardık. “Hewş”ün (avlu) gölge kısmına soframızı açar, komşularımızı çağırır, otlu, örüklü, salamura peynirler, Derik’in yeşil zeytini, kızartmalar, biber turşusu, “zehter” (zahter), evde ne var ne yok ortaya koyar, muhabbetle kahvaltımızı yapardık. Kahvaltı sonrası fırıncı Tümes Amca’dan bir “carut ataş” (bir kürek ateş) alıp çift kulplu bakır çamaşır kazanını ocağa bırakırdık. Annelerimiz önlerine kale gibi yığılı çamaşırları koca bakır teştlerin (leğen) başında yıkarlarken büyük bir gayretle “günün sporunu” yaparlardı adeta.
Birsen İnal, Araştırmacı, Yazar
Çamaşır bittikten sonra kazanlar, teştler, sepetler kırklanır, kurumak üzere güneşli bir yere bırakılırdı. Sıra yemekteydi. Akşam hamam dönüşü yorgun olunacağı için, ne pişirilecekse ocaktaki közler carutla mangala veya maltıza çekilirdi.
Bohçalar, kildan,¹ nalınlar,² hamam tahtası hamam torbasının içine yerleştirilirdi. Her ailenin hamam günü belliydi. Biz genelde cumartesi günleri Süryani komşularımızla birlikte Kadê Hamamı’na giderdik. Bohçacımız Gulê Bacî günümüzü hiç kaçırmazdı. Saat on gibi kapıyı çalar, torbamızı sırtına yüklerken içindeki isyan gözlerinden okunurdu. Gulê Bacî, Suriye’den acı bir kasırganın savurduğu Suriyeli bir Süryani’ydi.
Komşular toplanıp hamama birlikte giderdik. Hamam parası kişi başı bir mecidiyeydi. Bohçamızı Gulê Bacî hamamda önceden açar, hazırlardı. En altta hamam “çulî” (yaygı), üstüne saten döşeme, onun üstüne de beyaz delik işli çitmeyi (beyaz örtü) özenle sererdi her zaman.
Annelerimiz alta beyaz peştamal, üstüne saf ipekten kirşan (Şam işi ipekten) peştamal sarardı. Kayışı gümüş işli nalınlarımızla soğukluğa, oradan yıkanma yerindeki curunlarımızın (kurna) başına geçerdik. Kimse kimsenin curununa oturamazdı. Oturulduğu zaman küçük kıyamet kopardı. Ne yazık ki bahşiş vermeye gücü olmayanların yerleri yoktu, nereyi boş bulurlarsa oraya oturur, kavga gürültü o curundan öbürüne sürülerek yarım yamalak yıkanırlardı. O yirmi beş kuruşu verebilenler ise sahiplendikleri yerde keyiflerince vakit geçirirlerdi.
Birsen İnal
¹ Kildan: Tarak, önceleri kil, sonra sabun, lif, kese gibi hamam malzemelerinin konduğu kapaklı bakır kap.
² Nalın: Ahşap malzemeden, yüksek tabanlı takunya.
Süryani olan Elmas Bacî ve kızı da, Kadı Hamamı’nın naturalarıydılar.¹ Elmas Bacî baş yıkar, kese yapar, kızı ona yardım ederdi. İnsanları yıkarken yüzündeki hüzne inat, Elmas Bacî yıkadığı başı adeta okşardı. Kızı ise ayaklarındaki “textik” (tahta) nalını hınçla yere vurur, küskün ve isyankâr bakışlar fırlatırdı çevresine. Bu yüzden ona “kaçık” denirdi. Oysa onun kaçıklığı adaletsiz bir dünyada yaşıyor olmasındandı. Gençti, güzeldi, umutları vardı; o da birinin onu yıkamasını, keselemesini, başına su dökmesini isterdi.
Ziyafet zamanı sofralar açılır, getirilenler paylaşılır, bu arada sesine güvenen mayayı çekerdi. Hamam tası darbuka olur, göbektaşına çıkılırdı. Tutulan alkışlar, “tîlîlî” sesleri yırtardı kubbeyi. Öyle bir cümbüş ki göbektaşında oynayanları seyredenler mest olurdu. Bu sıra gelin beğenmenin tam zamanıydı. Beğenilen kızlar, evlenecek yaşta oğlu olanlara kaş göz işaretiyle gösterilirdi. Sezdirmeden adresler alınırken, kızlar farkında değilmişçesine oğlan annelerinin önünde kuğu gibi süzülürlerdi.
Yıkanma faslı bitip çıkma zamanı geldiğinde, curunlar yeniden yıkanır, kırklanır, paklanırdı. Son sular dökülürken Elmas Bacî ve kızı, ellerinde “qımıt”larla (havlu) beklerler, bahşiş umuduyla kadınlara uzatırlardı. Hanım önde, ardında Elmas Bacî veya kızı, hamam tasıyla ayaklarına dökülecek suyu taşırlardı. Hamamlar, böyle adaletsiz sahnelerin yaşandığı yerler de olabiliyordu.
Birsen İnal
¹ Natura: Hamam müşterisinin eşyalarını hamama ve geri evlere taşıyan kişi. Bazen yuğuculuk (yıkama, keseleme) da yaparlardı.
“Gelin hamamı”nın farklı ritüelleri vardı. Hamam günü gelen kaynana bir gün öncesinden hazırlıklara başlardı. Yakın akrabalara çağrı yapılırdı. Gelinin çeyiz olarak getirdiği hamam torbasına bohçalar, gümüş nalınlar, gümüş veya bakır hamam tası, kildan, çitme, kirşan peştamallar yerleştirilirdi. Gelin hamamı genelde perşembe günü olurdu. Hamamın kapısından cümbür cemaat zılgıtlarla girilirdi.
Geline gelinliği giydirilir, soyunma bölümünde sandalyede bir müddet oturtularak hamamdakilerin seyrine bırakılırdı. O sırada sessizce yorumlar yapılırdı. Sonra gelin meraklı bakışlar altında utana sıkıla soyunurdu. Beyaz peştamalının üstüne kirşan peştamalını dolayarak bir kolunda sağdıcın hanımı, diğerinde eltisi, ellerde mumlarla içeri girerlerdi. Hamamın kubbesinde çınlayan zılgıtlarla herkes elindeki tası, sabunu, keseyi, lifi bırakır, başı sabunlu olanlar gözleri yana yana güzel gelini seyre dalarlardı.
Hamam taslarının darbuka görevi gördüğü şenlikte, göbektaşının etrafında türküler eşliğinde birkaç tur atılırken sesi güzel olan kadınlar mayalar okur, bazı kadınlar göbektaşında oynayarak kurtlarını dökerdi. Eğer zengin bir ailenin geliniyse, Diyarbekir’in ünlü sazendeleri özel olarak getirtilirdi.
Keselenmeden sonra soğuklukta gümüş tepsilerden çeşit çeşit mevsim meyveleri yenir, gümüş kaşıklar kavanozlardaki zencefilli toz şekerlere, ceviz, fındık ve badem ezmelerine büyük keyifle dalardı. Son yıkanma faslından sonra gelin çıkarken tekrar başta kaynananın, sonra tüm büyüklerin ellerini öperdi.
Birsen İnal
“Bir zaman Melik Ahmet Hamamı’na giderdik, sonradan da Kadı Hamamı’na. Başka, Paşa Hamamı vardı, Deva Hamamı vardı. Kaç tane var, unuttum adlarını.
Leğenlerimizin (badiye) içine havlularımızı, halımızı koyardık. Sonra naturamız sırtına alır, götürürdü. Herkesin günü vardı. Cuma bizim günümüzdü. Kendi curunumuz vardı. Kimse o gün bizim curuna gelmezdi.
Takunya giyerdik. Kirşan peştamal, ipekten peştamal… Gümüş takunyaları zenginler giyerdi, sallana sallana girerlerdi içeri. Gelinler giyerdi bir de. Üstünde gelinlik olurdu. Sandalye kurarlardı gelin için. Sonra kebap yaparlardı, çiğ köfte yaparlardı. Geline dışarıdan kadayıf gelirdi. Sofra kurardık, hep beraber yerdik.
Kildanımız içinde tarağımız, sabunumuz, lifimiz, kesemiz olurdu. Bakırdı kildanlar. Fildişinden de taraklarımız vardı. Havlularımız ayrı yere konurdu. Antep işiydi, kaneviçeydi havlularımızın uçları. Tahta kürsüler götürürdük, onlarda otururduk. Naturaya para verirsin, hepsini gelir alır, hamama götürür. Soğuk suyu da kazanla getirirdik içeri, küçük badiyelerimiz vardı. Herkes kendi badiyesini getiriyordu hamama. Onu da naturalar taşırdı. Sonra badiye kalktı.
Kimisi kadın çalgıcılar çağırırdı. Çalgıcı Zeko vardı. Biri darbuka çalardı, biri def, biri de zilli maşa. Onlar vefat etti. Ermeniydiler. Çalgıcı Ayşe vardı, o cümbüş çalardı.
Hamama ‘hayva’ (ayva) götürürdük, suya atardık; yumuşasın da, yiyelim diye. Fındık, şeker doldururduk kavanozlara. Evde çükündür (pancar) pişirir, götürürdük.
Erkek çocuğu gelmezdi. Oğlanları, hele 10 yaşına girdi mi hiç getirmezlerdi. Ana-kız giderdi. Gelin-kaynana giderdi. İçeride ‘yünçi’ (yuğucu) vardı. Yünçi, yani yıkayan kişi. Yıkanamayan anaları, kızlarını, çocuklarını yıkardı. Ona para verilirdi. Bizler küçüktük, bizi annemiz yıkardı. Sonra biz büyüdük, kendi kendimize yıkandık.”
Remziye Özakbulut’la sözlü tarih görüşmesi
Tarih boyunca dinî bir gereklilik olarak ruhsal arınma, vücut temizliği gibi farklı amaçlarla insanlar hep yıkandı. Önceleri açık havada, kutsal sayılan nehir ve ırmaklarda bu ihtiyaç karşılanırken, sonraları bunun için hamam gibi kapalı mekânlar yapıldı. Hamamlar, yıkanmanın yanında dinlenme, sohbet, yeni dostluklar kurma, düğün öncesi veya sonrası gelinler için eğlence düzenleme gibi farklı amaçlara hizmet eden sosyal yapılar. Kuruluş amaçlarının basit sınırları ötesine geçerek bir çeşit forum niteliği kazanmışlar. Cami, tekke, çarşı üçgeni içinde yaşanan gündelik hayatın sınırlarını genişletmişler, kahvehaneler dışında halkın toplanabilmesine olanak tanımışlar.
Anadolu’da hamamlar, kullanım durumlarına göre özel ve genel olarak, genel hamamlar da erkekler ve kadınlar için ayrı ayrı yapılmalarına göre tek ve çifte hamam olarak sınıflandırılmış. Tek ve çifte hamamlarda soğukluk, ılıklık, sıcaklık, su deposu ve külhan sıralamasıyla oluşturulan planlama anlayışı hâkim. Havlu kurutma odası, kahve ocağı, kadı locası, odun deposu ve avlu gibi mekânlara da rastlanıyor. Eyvan ve halvetlerden oluşan yıkanma mekânlarının yer aldığı sıcaklık, hamamın en sıcak ve gösterişli yeri. Hamamın ısı merkezi olan külhana, sokaktan ayrı bir girişle ulaşılıyor. Su deposundaki bakır su kazanı ise ocağın üzerinde bulunuyor; odun vs. yakılarak kazandaki su ısıtılıyor. Hamamın sıcaklık ve bazen de ılıklık bölümlerinde tuğla ve taş sütunların üzerine yerleştirilen döşemenin, hemen altındaki boşluğa cehennemlik adı veriliyor. Ocaktaki ateşten çıkan ısı ve duman cehennemliğe gidiyor.
Doç. Dr. Emine Ekinci Dağtekin, Mimar
16. yüzyılda ticari yaşamın canlı olduğu Diyarbakır’da hamamlar, yabancıların salgın hastalıklara sebep olmaması için kent giriş kapılarının yakınında, hanlarla birlikte yapılırdı. Suriçi’nde hamam sayısının fazla olması yakıt sorununu beraberinde getirmişti. 16. yüzyılda şehri ziyaret eden Evliya Çelebi seyahatnamesinde var olan on üç hamamın şehrin çöpleriyle ısıtıldığını belirtiyor. 19. yüzyılda sayıları yirmiye yakın olan hamamlardan günümüze sadece altısı ulaşmış. Şehir merkezinde Deva Hamamı, Paşa Hamamı, Kadı Hamamı, Çardaklı Hamamı ve Vahap Ağa Hamamı kısmen veya tamamen ayakta kalmış olanlardan. Melek Ahmet Paşa Hamamı’nın sadece soyunmalık bölümü, Cıngıllı Hamam’ın ise soyunmalık duvarı sağlam. Vahap Ağa Hamamı kafeterya/restoran, Melik Ahmet Paşa Hamamı ise depo olarak kullanılıyor; diğerleri ise âtıl vaziyette. Neticede Diyarbakır’daki bu tarihî hamamlardan hiçbiri bugün özgün işleviyle kullanılmıyor.
Diyarbakır’da inşa edilen geleneksel hamamlar Anadolu hamam mimarisiyle şematik olarak ortak özellikler göstermekle birlikte, Çardaklı ve Deva hamamlarında soğukluktan önce yapılan taşlık bölümü, Paşa ve Kadı hamamlarına avlu mekânlarının eklenmesi farklılık oluşturuyor.
Üst örtüde aydınlatma için yapılan fener Anadolu’da inşa edilen pek çok hamamla ortak özellik göstermesine rağmen, ılıklıklardaki aydınlatmalarda abartılı büyüklük ve sıcaklıkta kubbe eteklerine kadar inen, farklı geometrik düzenle sıralanan ışıklıklar da şehrin hamamlarına özgü detaylardan.
Emine Ekinci Dağtekin
ÇARDAKLI HAMAMI
Dabanoğlu Mahallesi’ndeki Çardaklı Hamamı, Hüsrev Paşa Vakfı’na ait olarak 1520-1540 tarihleri arasında inşa edilmiş, 1999’da da kamulaştırılmış. Evliya Çelebi, seyahatnamesinde bu hamamdan “Yapanın kim olduğu malum değildir. Ama temiz ve aydınlık bir hamamdır” diye söz ediyor.
Hamama kuzey yönündeki sokaktan bir taşlık vasıtasıyla giriliyor. Hamam, kare planlı bir soğukluk, iki bölümden oluşmuş dikdörtgen planlı ılıklık, hela, yıldız plan tipinde, altı eyvan ve altı halvetten oluşan sıcaklık, dikdörtgen su deposu ve külhandan meydana gelmiş. Doğu ve batı yönündeki iki katlı iki eyvan, üst kat eyvanlara çıkış merdiveni ile köşelerde yuvarlak kemer içerisinde dört niş bulunuyor. Sofanın tam ortasında da süs havuzu mevcut.
Sıcaklık sofasının ortasında kare planlı göbektaşı var. Sıcaklık bölümü basık bir kubbeyle örtülmüş. Kubbedeki dairesel ve kare ışıklıklarla doğal aydınlatma sağlanmış. 2015-16 yılları arasında Suriçi’nde yaşanan çatışmalardan dolayı, soğukluk duvarında yıkılma, kubbe feneri ve ışıklıklarda ise tahribat oluşmuş durumda.
Emine Ekinci Dağtekin
DEVA HAMAMI
Mardinkapı ile Balıkçılarbaşı arasında, yolun batısında yer alan Deva Hamamı’nın 1540 yılında inşa edildiği, o zaman Hamam-ı Kebir (Büyük Hamam) adını taşıdığı biliniyor. Hüsrev Paşa Vakfı’na ait olan hamamın Gazi Caddesi’ne bakan ve soğukluğun doğu cephesindeki dükkânlar, vakfa gelir getirmesi amacıyla yapılmış.
Hamama, sokaktan basık kemerli bir kapıdan giriliyor. Kare planlı, ortasında havuz ve duvar dibinde oturma sekilerinin bulunduğu soğuklukta ahşap asma kat, soyunma ve dinlenme amacıyla özel olarak kullanılmak üzere yapılmış. Kubbenin ortasında sekizgen kasnaklı, her yüzünde basık kemerli sekiz adet pencerenin bulunduğu aydınlatma feneri mevcut. Sıcaklık, ortasında dairesel planlı bir göbektaşı olan altı halvet ve dört eyvandan oluşuyor. Sıcaklığın giriş kapısı karşısındaki, sivri kemerli ve 0,3-0,4 metre derinliğindeki, içerisinde kurnaların bulunduğu yıkanma yeri, Diyarbakır hamamlarında sadece burada görülüyor. Kubbeyle örtülü olan sıcaklıkta aydınlatma, kubbedeki fil gözü ışıklıklardan sağlanmış.
Emine Ekinci Dağtekin
PAŞA HAMAMI
Eski adı Behram Paşa Hamamı olan ve Behram Paşa Vakfı’na ait Paşa Hamamı, cami, mescit ve medrese ile birlikte 1564-1567 tarihleri arasında yapılmış. Evliya Çelebi bu hamamın “çok itina ile Gazze ve Kudüs’ten getirilen ustalarla yapıldığı, mermerleri ile göz alıcı olduğu, Şam’da Defterdar Hamamı ve Mısır’da Osman Bey Hamamı ile yarıştığından” söz etmiş.
Hamam, kuzey-güney yönünde dikdörtgen biçimde konumlanmış. Güney tarafındaki yoğun sokaktan erkekler için ve batı yönünde kadınlar için, iki kapıdan giriliyor. Taşlık görevi gören avlusu Diyarbakır’da sadece Paşa ve Kadı hamamlarında mevcut. Soğukluğun giriş kapısının iki tarafındaki pencereler de özgün. Pencere sövelerinde yer alan sütun başlığı ve gövde kısmı, bitkisel ve geometrik süslemelerle donatılmış. Soğuklukta kare formlu, betondan yapılan havuz zaman içinde değişmiş. Kubbe dıştan sekizgen kasnaklı, ortasında ise sekizgen aydınlık feneri yer alıyor.
Sıcaklık, dört eyvan ve dört halvetli haçvari bir planla yapılmış. Sıcaklık sofasının ortasında, sekizgen göbektaşı mevcut. Kurnaların üzerine sabun ve lif bırakmak için nişler yapılmış.
Emine Ekinci Dağtekin
MELİK AHMET PAŞA HAMAMI
Melik Ahmet Paşa, Diyarbakır’da 1567-1591 yılları arasında bir hamam, bir konak ve cami yaptırmış; Melik Ahmet Paşa Hamamı ve beraberinde yapılan dükkânlar, cami için vakfedilmiş. Hamamın sadece soyunmalık kısmı günümüze ulaşmış durumda. Diğer kısımlarına dair eldeki bilgilere göre, hamamın Melik Ahmet Caddesi’ne bakan taraftan ve doğu yönde bulunan sokaktan olmak üzere iki kapısı bulunuyor. Sivri kemerin iki tarafında yer alan kemer ayakları altında dört sütunce (küçük sütun) yer alıyor. Kareye yakın planlı soğuklukta sonradan yapılan eklenti döşeme ve duvar nedeniyle mekânsal bozulma söz konusu.
Emine Ekinci Dağtekin
KADI HAMAMI
Önce İpariyye ya da Eşbek Hamamı olarak anılan Kadı Hamamı’nın bu adı ne zaman aldığı bilinmiyor. Hamamın yer aldığı vakfa ait olan Kadı Camii, 1543-44 yıllarında inşa edildiğinden, aynı dönemlerde yapıldığı düşünülüyor.
Hamamın güneyinde yer alan basık kemerli bir kapıyla avluya, avludan da soğukluğa ulaşılıyor. Soğukluk duvarı boyunca, altına ayakkabıların bırakıldığı nişlerin yer aldığı seki, Diyarbakır’daki hamamlar arasında sadece Kadı Hamamı’nda var. Soğukluk kubbesi pandantifle¹ geçilen sekizgen kasnak üzerine oturtulmuş. Kubbe kasnağında dört kemerli pencere bulunuyor. Kargir fener de şehirde sadece Kadı Hamamı’nda görülüyor.
Soğukluğun kuzeyinde, iki bölümden oluşan ılıklığa geçiliyor. Sıcaklık, bu hamamda da haçvari plan tipinde. Hamamın kuzeyindeki su deposu, soğukluk ve sıcaklık mekânlarına paralel yapılmış.
2009-10 yılları arasında yapılan restorasyonla Kadı Hamamı’nın kubbesi yenilendi, duvar yüzeyleri raspa edildi, derz dolguları yapıldı, döşeme düzgün bazalt taşı ile kaplandı. Özgün seki ve kurnalar kaldırıldı.
Emine Ekinci Dağtekin
¹ Pandantif: Kubbeye geçişlerde kullanılan mimari unsur.
VAHAP AĞA HAMAMI
Gazi Caddesi’ndeki Vahap Ağa Hamamı’nın mimarı ve yapılış tarihi bilinmemekle beraber kaynaklarda 16-17. yüzyıllara tarihlendiriliyor. Hamam, doğu-batı yönünde kareye yakın bir alana yerleştirilmiş. Bugün Telgrafhane Sokak’ta yer alan ve sonradan açılan kapı ile hamama geçiliyor. Ancak özgün kapı bu kapının doğusunda.
Hamam, kentin ticaret aksı üzerinde, gelir getiren bir yapı olarak uzun yıllar soğukluk bölümü hamamdan koparılarak kira usulüyle işletmeye verilmiş. 2013 yılında yapılan restorasyonla soğuklukta yer alan eklenti ara duvar ve döşeme kaldırılarak özgün biçimine dönüştürülmüş.
Soğukluğun ticaret mekânına dönüştürülmesiyle ılıklık, soğukluk işlevini görmeye başlamış. “L” biçimindeki ılıklığa, güney yönde basık kemerli sokak kapısından giriliyor. Soğukluğa paralel olan iki ılıklık da üçer kubbeyle örtülü. Su deposu ve külhan, sıcaklığın devamında yer alıyor.
Emine Ekinci Dağtekin
KAYNAKÇA
Birsen İnal
• İnal, B. (2013) Özümsen Diyarbekir, Lîs Yayınevi, Diyarbakır.
Emine Ekinci Dağtekin
• “Hamam”, İslam Ansiklopedisi, Cilt 5, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul: 402-425, 1997.
• Arseven, C. E. (1947) “Hamam”, Sanat Ansiklopedisi, Cilt 2, İstanbul: 678-689.
• Aru, K. A. (1949) Türk Hamamlar Etüdü, Doçentlik Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul: 4-30.
• Beysanoğlu, Ş. (1990) Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi, Cilt 1-2, Ankara: 186-550.
• Beysanoğlu, Ş. (1998) Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi, Cilt 1, Ankara: 575-642.
• Dağtekin, E. (2007) Güneydoğu Anadolu Bölgesi Geleneksel Hamam Tipolojisi Ve Buna Bağlı Koruma Ölçütlerinin Oluşturulması, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
• Dağtekin, E. ve Hillez, S. (2011) “Tarihi Yapılarda Yeniden İşlev Önerisi, Diyarbakır Vahap Ağa Hamamı Örneği”, Diyarbakır Mimarlık ve Kent Sempozyumu, Diyarbakır: 119.
• Dağtekin, E. (2013) “Diyarbakır Hamamları”, Diyarbakır Ansiklopedisi, Elvan Yayınları, Ankara.
• Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Arşivi, 2005.
• Evliya Çelebi (1998) Seyahatname, Cilt 2, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul: 447.
• Eyice, S. (1960) “İznik’te Büyük Hamam ve Osmanlı Devri Hamamları Hakkında Bir Deneme”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, 11(15): 108.
• Kılcı, A. (2011) “Diyarbakır’ın vakıf mimari eserleri ve vakıfları üzerine bazı notlar”, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, (ed.) İrfan Yıldız, Diyarbakır Valiliği Yayınları, Diyarbakır: 31-41.
• Önge, Y. (1988) “Anadolu Türk Hamamları Hakkında Genel Bilgiler ve Mimar Koca Sinan’ın İnşa Ettiği Hamamlar”, Mimar Başı Koca Sinan: Yaşadığı Çağ ve Eserleri, Cilt 1, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, İstanbul: 403-428.
• Sözen, M. (1971) Diyarbakır’da Türk Mimarisi, İstanbul: 21.
• Tuncer, O. C. (1996) Diyarbakır Camileri, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Diyarbakır: 100.
• Ünver, S. (1973) “Türk Hamamı”, Belleten, 37(145), İstanbul: 87-94.
• Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, Diyarbakır Şerri Sicil Defteri, no: 367, s. 6-7, 1841-1842.
• Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, 532 numaralı defter, s. 60; 530 numaralı defter, s. 57; 159 numaralı defter, 1024-1030 sıralar.
• Yılmazçelik, İ. (1997) XIX. Yüzyıl’ın İlk Yarısında Diyarbakır, Türk Tarih Kurumu, Ankara: 84-86.