Ara
SERGİLER
KENTE KÜLTÜRLE, SANATLA DOKUNUP GEÇENLER
KENTE KÜLTÜRLE,
SANATLA DOKUNUP GEÇENLER
Diyarbakır, kültür ve sanat alanında birçok ismin doğduğu, büyüdüğü ve ürettiği bir kent. Fotoğrafta 1950’li yıllarda Sur’da bir avluda müzikle buluşan Diyarbakırlılar var. (DKVD Diyarbakır Kent Arşivi)
Diyarbakır, kültür ve sanat alanında birçok ismin doğduğu, büyüdüğü ve ürettiği bir kent. Fotoğrafta 1950’li yıllarda Sur’da bir avluda müzikle buluşan Diyarbakırlılar var. (DKVD Diyarbakır Kent Arşivi)

Divan edebiyatının az sayıdaki kadın şairlerinden Sırrî Hanım ya da yine örneği çok bulunmayan kadın saz şairlerinden Fatma Bacı… Samuel Uluçyan olarak doğan Sami Hazinses; dizeleriyle, çıkardığı dergilerle Diyarbakır’ın kültür dünyasına çok emek veren İhsan Fikret Biçici…

Yazar Ahmet Çakmak, Diyarbakır’da doğan sanatçılardan, şairlerden ve yazarlardan bir seçki yaptı, kısa hayat öykülerine, ürettiklerinden kesitler ekledi.

Sırrî Hanım

Divan Edebiyatı’nın az sayıdaki kadın şairlerinden olan Sırrî Hanım, 1814 yılında Diyarbakır’da doğdu. Asıl adı Rahile’ydi. Şeyhzadeler ailesinden gelen annesi Fatma Hanım ve babası Ahmet Bey, yine şair olan diğer kızları Hatice İffet’in ve Rahile Sırrî’nın eğitimlerine büyük önem vermişti. Sırrî Hanım, Arapça ve Farsça öğrendikten sonra Arap ve Fars edebiyatlarında derinleşti.

Sırrî Hanım’ın, evlendiği Tahir Ağazade Bekir Bey ile birlikte Muhammed Emin ve Rifat adlarında iki oğulları, Nihal adında bir kızları olmuştu. Bazı kaynaklara göre Nihal’in, bazı kaynaklarına göre Rifat’ın çocuk yaştaki ölümü şairi derinden sarsmış, yaşadığı trajedi ismiyle birlikte anılan meşhur mersiyesini yazdırmıştı.

Ferâgat gelmişem fâni cihândan hasm-i cânândır
Ne bilsün mihribânlık resmin ol kim aldı aslı nâdândır
Felek dil-hâhım üzre dönmedi be geşte devrândır
Nihâl-i nâzenînimden cüdâ, hâlim perîşândır
          Benim gönlüm kızıl gül gonçesi veş dopdolu kandır
          Açılmak ihtiyâr etmez eğer yüz bin bahâr olsa¹

Sırrî Hanım 1873’ten sonra bir süre, Tanzimat edebiyatının önemli şahsiyetlerinden olan ve ilk roman çevirisini (Telemak, François Fénelon) yapan Yusuf Kâmil Paşa’nın İstanbul’daki konağında yaşadı. Yusuf Kâmil Paşa’nın himayesinde geçen bu dönemde şair olarak daha fazla tanındı. Farsça ve Türkçe divanları olduğu bilinse de bu eserler bugün kayıp. Sadece Ali Emîrî’nin bulabildiği şiirlerinden oluşan bir “divançe” mevcut. 1877 yılında ölen Sırrî Hanım’ın, Ziya Paşa’nın Harabat isimli antolojisinde de bazı şiirleri yer alıyor.

¹ Geçici olan bu dünyaya sırt çevirmişim, vazgeçtiğim canandır
  Şefkatten habersizdir o ki, özü nadandır (cahildir)
  Felek vermedi gönlümün istediğini, altüst olan dünyamdır
  Nazik endamlı tazemden (yavrumdan) uzakta halim perişandır
            Benim gönlüm kızıl gül goncası gibi dopdolu kandır
            Açılmak istemez yüz bin bahar gelse de
Sırrî Hanım ve bir sonraki portre olarak yer verdiğimiz ablası İffet Hanım, Divan Edebiyatı’nda sayıları az olan kadın şairlerindendi. Diyarbakır’ın köklü ailelerinden olan Şeyhzadeler kızlarının eğitimlerine büyük önem vermişti. Fotoğrafta Şeyhzadeler Konağı’nın bugüne ulaşan kısmı görülüyor. (Nevin Soyukaya, DKVD Diyarbakır Kent Arşivi)
Sırrî Hanım ve bir sonraki portre olarak yer verdiğimiz ablası İffet Hanım, Divan Edebiyatı’nda sayıları az olan kadın şairlerindendi. Diyarbakır’ın köklü ailelerinden olan Şeyhzadeler kızlarının eğitimlerine büyük önem vermişti. Fotoğrafta Şeyhzadeler Konağı’nın bugüne ulaşan kısmı görülüyor. (Nevin Soyukaya, DKVD Diyarbakır Kent Arşivi)

İffet Hanım

Şair Sırrî Hanım’ın ablası olan İffet Hanım’ın asıl adı Hatice’ydi. Doğduğu yıl tam olarak belli değil. Ailesi sayesinde dönemine göre iyi eğitim almış kadınlardan biriydi. Kentin ilim insanlarından Şaban Kami Efendi ile müşaare (karşılıklı şiir okuma) ve mübahase (konuşma, söyleşi) ettiği, bilgisinin ve birikiminin takdir edildiği biliniyor. Evlendiği Azmizâde Hafız Mehmet Efendi de Diyarbakır’ın fikir ve sanat dünyasından bir kişiydi.

Kendi şiirlerinden oluşan bir divanı bulunduğu bilinse de bugün buna erişilemiyor. Kız kardeşi Sırrî Hanım ile birlikte yazdığı şiirler de vardı. İffet Hanım, 1860 yılında hayatını kaybetti.

Ekrem Cemilpaşa

1891’de Diyarbakır’da doğan Ekrem Cemilpaşa, kentin tanınmış ailelerinden olan Cemilpaşazâdelerden. Diyarbekir Askerî Rüştiyesi’ni (1908), Galatasaray Lisesi’ni (1912) bitirdikten sonra yeni kurulan ve ilk Kürt öğrenci örgütlenmesi olarak tarihe geçen Kürt Talebe-Hêvî Cemiyeti’nin üyesi oldu.

Ekrem Cemilpaşa, İsviçre’nin Lozan şehrindeki üniversite eğitimi sırasında 1. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle ülkeye döndü. Çanakkale cephesinde savaştı, daha sonra gönderildiği Şark cephesinde yaralandı. Diyarbakır’da karargâh komutan yardımcılığı ve Mustafa Kemal’in şifre subaylığını yaptı. Filistin cephesindeyken savaşın sona ermesiyle kente döndü. 1918’de Kürt Teali Cemiyeti’nin, 1920 yılında ise coğrafyasının bağımsızlığını amaçlayan Kürt Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti’nin kuruluşuna önayak oldu. Çalışmaları nedeniyle Anadolu’yu dolaşırken ihbar edildiyse de beraat etti. Fakat daha sonra Şeyh Said İsyanı sırasında tutuklanarak Kastamonu Cezaevi’ne gönderildi; 1928’de ise İstanbul’a sürüldü. 1929 yılında Suriye’ye geçmesiyle, 1974’te Şam’da ölümüne dek sürecek sürgün hayatı başladı. Hayatı her evresinde mücadeleyle geçen bir insandı.

Cemilpaşa’nın Muhtasar Hayatım adlı eseri Beybun Yayınları tarafından 1992’de basıldı. Geride bıraktığı eserler arasında, Hînkerê Zimanê Kurdî, Rehberê Ziman ê Her Du Kurdî: Kurmancî, Babanî (Kürt Dilinin Öğretimi, Her İki Kürtçe Lehçenin Kılavuzu: Kurmancca ve Babanca, 1921), Dîroka Kurdistan Bi Kurtebirî (Kürdistan Kısa Tarihi, 1972) sayılabilir. Cemilpaşa, siyasi kişiliğiyle öne çıkıyorsa da bu kimlikten doğan aydın yanı onu hem Diyarbakır hem Kürt kültür hayatı içinde önemli bir yere koyuyor. Cemilpaşa, kıymet verilen tarihçiliğiyle birlikte, diline bağlılığıyla kültür alanında da çok sayıda yazı yazdı. Şiirleri olduğu da biliniyor.

Cemilpaşazâdeler aile olarak kültür dünyasında önemli bir yere sahip. Başta Ekrem ve Kadri Cemilpaşa olmak üzere ailenin birçok ferdi ilk eğitimlerini konaklarında, şehrin ilim ve irfanda ileri gelen kişilerinden aldılar. Yurtdışı eğitimleriyle de artan donanımlarını gerek bölge siyasetindeki, gerekse şehrin kültür ve sanat hayatındaki faaliyetlerine aktardılar. Bu, birkaç kuşağa yayılan izler bıraktı.

Kentin kültür hayatında iz bırakan Cemilpaşazâdeler ailesine mensup olan Ekrem Cemilpaşa, siyasi kişiliğinin yanı sıra tarihçi ve araştırmacı kimliğiyle öne çıkıyordu. (Fotoğraf: DKVD Diyarbakır Kent Arşivi)
Kentin kültür hayatında iz bırakan Cemilpaşazâdeler ailesine mensup olan Ekrem Cemilpaşa, siyasi kişiliğinin yanı sıra tarihçi ve araştırmacı kimliğiyle öne çıkıyordu. (Fotoğraf: DKVD Diyarbakır Kent Arşivi)
Ermeni bir puşi ve mantin ustası olan Âşık Melûl, bugüne ulaşmayan destanında Sipahi (İspahi) Çarşısı’nın “Çarşiya Şewitî”ye (Yanık Çarşı) döndüğü olayları da kaleme almıştı. (Fotoğraf: DKVD Diyarbakır Kent Arşivi)
Ermeni bir puşi ve mantin ustası olan Âşık Melûl, bugüne ulaşmayan destanında Sipahi (İspahi) Çarşısı’nın “Çarşiya Şewitî”ye (Yanık Çarşı) döndüğü olayları da kaleme almıştı. (Fotoğraf: DKVD Diyarbakır Kent Arşivi)

Âşık Melûl

Asıl adı Levon olan âşık, birçok Ermeni gibi puşi ve mantin ustası babası Ermuş Efendi’nin yanında yetişti; çıraklıktan ustabaşılığa yükseldi. 1895 yılında Vali Enes Paşa döneminde yaşanan Ermeni nümayişi sırasında çıkan yangın, Cami Kebir Mahallesi başta olmak üzere yüzlerce dükkâna yayılmıştı. Yangının Sipahi (İspahi) Çarşısı’na sıçramasıyla ne dokuma tezgâhı, ne işlenecek kumaş kaldı. Çarşının adı o olaydan sonra “Çarşiya Şewitî” (Yanık Çarşı) oldu.

Diyarbakırlı Fikir ve Sanat Adamları ansiklopedisinde Şevket Beysanoğlu, Âşık Melûl ile ilgili bir rivayete de yer veriyor. 1895’teki olayların öncülerini taşladığı destanı nedeniyle öldürüldüğünden söz ediyor. Fakat bu destan bugüne ulaşmamış.

Bilinen bir türküsünde şöyle diyor Âşık Melûl:

Yüzüm gülmez gam eksilmez aradan
Ayrılalı kaşı gözü karadan
Ver muradım yeri göğü yaradan
Melûl âşık çâresi var yanınca 

Fatma Bacı

Az sayıdaki kadın saz şairlerinden biri olan Fatma Bacı’nın gerçek ismi ve doğum yılı bilinmiyor. Diyarbakırlı Dalkabak ailesinin mensuplarından. Ona ait bir destan, bir ağıt, bir de ninni bugüne ulaşabilmiş. 1886-87 yıllarındaki zorlu kışı söze döktüğü Karakış Destanı, Diyarbakır kent tarihinde bir dönemin nasıl tecrübe edildiğine dair de önemli bir vesika niteliğinde.

Mali üç yüz iki kışında savuk¹
Kuruttu meyveyi kaldı hep kabuk
Öldü pinde² nice horozla tavuk
Çizmeler yerine geyildi çaruk³
Aman Yârab bu savuğun elinden.

(…)

Dicle nehri baştan başa kesti buz
Geçti âlem üzerinden şeb u ruz
Her tarafta söylenildi böyle söz
Olmadı ah odun, kömür heç ucuz
Aman Yârab bu savuğun elinden.

Fatma Bacı’nın ölüm tarihi de net değil. Ancak 1895, 1896 ya da 1897’de hayatını kaybettiği tahmin ediliyor.

¹ Savuk: Soğuk.
² Pin: Kümes.
³ Çaruk: Çarık.
Kadın saz şairlerinden Fatma Bacı, Karakış Destanı’nı 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyılın başında çok sert geçen Diyarbakır kışlarına dair yazmıştı. Fotoğrafta 1906 yılında soğuktan donan Dicle görülüyor. (DKVD Diyarbakır Kent Arşivi)
Kadın saz şairlerinden Fatma Bacı, Karakış Destanı’nı 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyılın başında çok sert geçen Diyarbakır kışlarına dair yazmıştı. Fotoğrafta 1906 yılında soğuktan donan Dicle görülüyor. (DKVD Diyarbakır Kent Arşivi)
Samuel Uluçyan olarak doğmuş, Sami Hazinses olarak Yeşilçam’da sayısız filmde oynamıştı. Diyarbakır Ermenilerinden Uluçyan, gençlik yıllarından itibaren müzikle de ilgiliydi. Fotoğrafta kendisine kemanda Hüsnü İpekçi, cümbüşte Sobacı Antranik eşlik ediyor. (DİTAV arşivi)
Samuel Uluçyan olarak doğmuş, Sami Hazinses olarak Yeşilçam’da sayısız filmde oynamıştı. Diyarbakır Ermenilerinden Uluçyan, gençlik yıllarından itibaren müzikle de ilgiliydi. Fotoğrafta kendisine kemanda Hüsnü İpekçi, cümbüşte Sobacı Antranik eşlik ediyor. (DİTAV arşivi)

Sami Hazinses

Onu Türkiye Sami Hazinses olarak bilirdi, Diyarbakırlılar Samo olarak. Kendisinin de sayısını hatırlayamayacağı kadar çok filmde, daha ziyade yan rollerde gerçek bir Yeşilçam emekçisi olarak tanınırdı. Fakat ilk gençlik günlerinden beri müzik de hayatındaydı, birçok güftesi ve bestesi dillere dolandı; Zeki Müren, Müslüm Gürses, İbrahim Tatlıses gibi isimler eserlerini seslendirdi.

1925’te Diyarbakır’ın Pîran (Dicle) ilçesinin Herêdan (Kırkpınar) köyünde doğduğunda ismi Samuel Uluçyan’dı. Yazar Şeyhmus Diken, babası Mıgırdiç Uluçyan’ın 1915 Soykırımı’ndan sağ kurtulması nedeniyle “Maraşal” olarak anıldığını yazıyor.

Hazinses’in gençliği ailenin o küçükken taşındığı, eski ismiyle Hançepek’te, Hasırlı Mahallesi’nde geçti. Bir yandan şehrin birçok Ermeni sanatkârı gibi puşicilik yaparken, bir yandan da Diyarbakır müzik tarihinin önemli isimlerinden Celal Güzelses’in yönetimindeki Diyarbakır Musiki Cemiyeti’ne girdi. 26 yaşına kadar yakın arkadaşı keman üstadı Hüsnü İpekçi, cümbüş ustası Sobacı Antranik’le birlikte şehrin musiki çevrelerinde bilinen isimler oldular.

1950’de yeni bir hayat kurmak için İstanbul’a göç ettiğinde önce sinema dünyasındaki Ermeni dostları Danyal Topatan’ı ve Vahi Öz’ü (Vahe Ozinyan) buldu. Yeşilçam’daki kariyerini etkileyeceği haklı kaygısıyla o da Ermeni isminden vazgeçti, musiki ustası Celal Güzelses’ten feyz alarak Sami Hazinses oldu. “Kara Davut” adlı bir filmde küçük bir rolde oynadıktan sonra beyin kanaması geçireceği 1994’e kadar sayısız filmde yan rollerde oynadı, bazı filmler için besteler yaptı.

Sami Hazinses, aslında Samuel Uluçyan, 2002 yılında bir huzurevinde öldü.

Melek Tigrel

1919 yılında doğan şair Melek Tigrel, kentin eski ailelerinden biri olan Tigrellerden, tanınmış siyasetçi İhsan Hamit Bey’in kızı. Diyarbakır’da başladığı eğitim hayatına, sonradan yerleştikleri İstanbul’da devam etti. Daha lisedeyken edebiyata ilgi duyuyor, şiirler yazıyordu. Bunlardan bazılarını mektupla, aileleri vesilesiyle tanıştığı şair Cahit Sıtkı Tarancı’ya yollamıştı. Tarancı’nın 1942 yılında Ziya Osman Saba’ya yazdığı mektuplarda temasın bu noktada kalmadığı, hatta Tigrel’in İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne girmesinde Tarancı’nın etkisi olduğu anlaşılıyor. Paylaşacak, konuşacak çok şeyleri olduğu düşünülen bu iki şair, aileleri tarafından evlenmeleri yönünde de teşvik ediliyorlardı. Tarancı’nın Saba’ya mektuplarında artan heyecanı görülüyordu:

“Hali, etvarı, konuşuşu, ciddiyetten hız alan serbestliği, hele benimle göze çarpacak derecede alâkadar oluşu beni mest etti. Sen olsaydın, muhakkak Cahit uçmak üzeredir derdin. Uçtu uçtu Cahit uçtu… Şiirlerinden okudu, okumuş olduğu kitaplardan bahsetti, benden şiir dinledi, üşenmeden birkaçını yazdı. (…) Nesirlerinden de okudu, hem de ezbere. Sana hoşuma giden bir cümlesini yazayım: ‘O kadar içimdesin ki sana sen değil, ben diyeceğim geliyor!’”

Yayımlanmaları için Tarancı’nın destek olduğu Tigrel’in şiirleri daha sonra Varlık dergisinin birkaç sayısında çıktı. Tigrel üniversiteden mezun olmasına bir yıl kala, Ticaret Bakanlığı’nda dış ticaret müşaviri olarak çalışan Muammer Öktem’le evlendi ve kendisinin görevi nedeniyle Roma’ya yerleştiler.

Tigrel’in, akrabası Faik Ali Ozansoy’la mektuplaşmaları¹ dönemin sosyokültürel hayatına, edebi mahfillere dair önemli bilgiler içeriyor. “Yankı” isimli şiiri 1973’te Paris’te Anthologie de la Poésie Féminine Mondiale’de (Dünya Kadın Şairler Antolojisi) yayımlandı.  Diyarbakırlı araştırmacı yazar Reşit İskenderoğlu’nun 1995 tarihli Zarif Bir Şaire adlı kitabı, Tigrel’in şiiri ve hayatı kadar ailesi hakkında da bilgiler veriyor.

¹ Selahattin Çitçi (ed.), Hanım Kızım Kıymetli Şairem, Akademi Titiz Yayınları, 2018.
Şair Melek Tigrel daha lisedeyken edebiyata ilgi duymuş, şiirlerinden bazılarını aile dostları Cahit Sıtkı Tarancı’ya yollamıştı. Fotoğraf 1942 yılından.
Şair Melek Tigrel daha lisedeyken edebiyata ilgi duymuş, şiirlerinden bazılarını aile dostları Cahit Sıtkı Tarancı’ya yollamıştı. Fotoğraf 1942 yılından.

Diyarbakırlı şair Melek Tigrel’in “İdeal” isimli şiiri, Yüksel Kip tarafından bestelenmişti. Sultaniyegâh makamındaki şarkı TRT Radyoları’nda seslendirildi.

Ruhumda ateş saçan bir âleme giderim
Yolum öyle uzak ki, giderim ulaşamam
İçim ateşle yanar, tutuşmak bilmez derim
Yolum benim içimde, ne yazık ki aşamam.

İhsan Fikret Biçici

Diyarbakırlı şairler denince akla gelen isimlerden olan İhsan Fikret Biçici, 1936’da doğdu. Hukuk eğitimi aldı. Daha öğrencilik yıllarında başlayan edebiyat ilgisiyle, ilk şiir ve yazıları 1953’te Çizgi dergisinde yayımlandı. Ahmed Arif’le Öncü gazetesinin düzelti servisinde çalıştı. Avukatlık yaptığı dönemlerde birçok kültür sanat dergisinde şiirleri yayımlandı, ölene kadar da özellikle Yaratım, Palto, Pitoresk gibi Diyarbakır merkezli dergilerle sıkı bağını koparmadı. Amida isimli derginin mutfağında da yer aldı.1980 sonrası kurulan Diyarbakır Şair ve Yazarlar Derneği ve Diyarbakır Kültür Tabiat Varlıklarını Koruma Derneği’nde (DKVD) başkanlık da yaptı.

Biçici, Diyarbakır’da dilden dile dolaşan şiirler yazdı. Diyarbakır sevgisi birçok dizesinde kendini gösteriyorsa da sadece bir kent şairi değildi. Yerel söylemi, evrensel bir şiir evrenine taşımakta ustaydı. O da Diyarbakırlı bir şair, yazar olan Suzan Samancı’nın kendisiyle yaptığı söyleşide¹ şöyle diyordu:

“Kendimi şairlerden daha çok, hep sevda ve güzellik taşıyan şiirlere yakın buldum. O şiir hangi şaire ait olursa olsun. Çok güzel bir akşamüstü, sessiz ve sakin bir gece; bir çiçek, bir ağaç, sımsıcak bir bakış, güvenilir bir dost eli, hep bunlar etkilemiştir beni ve bunların yansıdığı şiirler. Belki bu yüzden hiç düşman olamadım, hiç kötülük istemedim kimseye, bana düşman olsalar bile. Herhangi bir şaire benzeme gayretim olmadı ve öyle bir hevesim de.”

İhsan Fikret Biçici, Ben û Sen adlı romanda² ana karakterlerden biriydi. 2013’te hayatını kaybetti. Şıpka’ya Mektuplar (1997), Vay Limin (1997), Adınla Vurulup Ölmek (2004) adlı üç şiir kitabı Bütün Şiirleri³ başlığıyla birlikte basıldı. DİTAV (Diyarbakır Tanıtma, Kültür ve Yardımlaşma Vakfı), 2022 yılında İhsan Fikret Biçici adına şiir ödülleri vermeye başladı.

¹ Gündem, 19 Eylül 1997.
² Ahmet Çakmak, İletişim Yayınları, 2019.
³ Öncü Yayınları, 2009.
Diyarbakır’ın sevilen şairi, edebiyat yayıncısı İhsan Fikret Biçici bir yandan da avukattı. Bir avukatlar buluşmasında çekilen bu fotoğrafta sağdan üçüncü. (DKVD Diyarbakır Kent Arşivi)
Diyarbakır’ın sevilen şairi, edebiyat yayıncısı İhsan Fikret Biçici bir yandan da avukattı. Bir avukatlar buluşmasında çekilen bu fotoğrafta sağdan üçüncü. (DKVD Diyarbakır Kent Arşivi)
Çok genç yaşta kaybettiğimiz şair ve çevirmen Gani Bozarslan, desenleri Sevinç Altan ve Esat Tekand’ın imzalarını taşıyan <em>Parti Günışığı Nardalı</em> adlı kitabının arka kapağında böyle resmedilmişti.
Çok genç yaşta kaybettiğimiz şair ve çevirmen Gani Bozarslan, desenleri Sevinç Altan ve Esat Tekand’ın imzalarını taşıyan Parti Günışığı Nardalı adlı kitabının arka kapağında böyle resmedilmişti.

Gani Bozarslan

Şair ve çevirmen Gani Bozarslan, 1952 yılında Diyarbakır’ın Lice ilçesinde doğdu. Kürt kültür hayatının önemli simalarından olan yazar, araştırmacı, çevirmen Mehmet Emin Bozarslan’ın oğlu. On yaşında ailesiyle İstanbul’a yerleşti. Gani Bozarslan, ne yazık ki genç yaşında, 1978’de bugün hâlâ aydınlatılmamış bir şekilde hayatını kaybetti. Bu ölümde politik kimliğinin etkisi hep konuşuldu.

Bozarslan, şairliğinin yanı sıra iyi bir çevirmendi. Kürt şair Cigerxwîn’in şiirlerinden derlediği Lenin Şafağı, bu büyük Kürt şairin Türkçeyle ilk buluşmasına vesile oldu. Kürtlerin büyük destanı Memê Alan’ı, Kürt edebiyatında ilk roman kabul edilen, Erebê Şemo’nun Şivanê Kurd’unu (Kürt Çoban) ve Kürt klasik şiirinin öncülerinden Feqîyê Teyran’ın kimi şiirlerini Türkçeye çevirdi.

Gani Bozarslan’ın eserleri Silahım Kalemimdir ve Parti Günışığı Nardalı, 1979 yılında yayımlanmıştı.

etin köze değişi gibi
elbet senin de cız ediyor kalbin
ama çift kaçmasın namluna öfke
şafak yeliyle eğiriyor çünkü
dağarcığını şu bahar
azık küflenmiş
süt ekşimişse de
küsmemiş kan harlanan nabzına
ve geldi çattı vakti işte
kavlanmış şiirini
acayip mahlûklar çadırından çıkarmanın
kavak sulamanın vakti
tükrüğü çıkmadan kuruyan
soluğu veremli
yani, hayatın üvendireliğinde
güdülene inat diyor
girişiyoruz zaten keskince
bir hançeri bilemeye

Veysel Öngören

1931 yılında Diyarbakır’ın Bismil ilçesine bağlı Hacikan köyünde doğan şair ve yazar Veysel Öngören, karikatürist-yazar Ferit Öngören ile yazar, yönetmen, oyuncu Vasıf Öngören’in ağabeyi. Öngören, eğitiminin büyük bölümünü, bölgede yaşanan aşiretler arası husumet nedeniyle ailesinin devlet tarafından yerleştirildiği Kütahya ve Afyon’da sürdürdü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü yarıda bırakarak Diyarbakır’a döndü, 1950’li yılların ikinci yarısını köyünde geçirdi. 1959 Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Felsefe Bölümü’ne başlayarak buradan mezun oldu. Döneceği yer yine Diyarbakır’dı.

Öngören, Vatan gazetesinde ve TRT Dış Haberler Servisi’nde çalıştı, ama hayatı boyunca asıl uğraşı hep edebiyat oldu. Otuz yaşına kadar yazdığı şiirlerini yaktı. 1960’ta Ankara’da Dost ve daha sonra da Yeni Ufuklar dergilerindeki yazılarıyla yazın dünyasına katıldı. İlk şiir kitabı 1979’da yayımlandı. Şiirlerinin yanı sıra Türkiye edebiyatı üzerine incelemeler yazmayı hep sürdürdü.

Bir dönem kardeşi Vasıf Öngören’in kurucusu olduğu Ankara Birliği Sahnesi’nde yöneticilik yapmıştı. Veysel Öngören 1990’lı yılların başından ölünceye dek Diyarbakır Şehir Tiyatrosu’nda sanat yönetmenliği görevini yürüttü. Nice oyuncu onun verdiği eğitimle, tiyatroda ve sinemada başarılı işlere imza attı. Estetik, felsefe gibi eğitimini aldığı konuların dışında, “hayatı” öğreten bir yanı vardı.

Öngören, 1998 yılında çiftçilik yaptığı köyünde öldü. Bir şiirinde geçen “Çocuk, çiçek, pencere” sözcükleri hayatını özetler gibidir.

Şiir kitapları: Remo ve Salo (Türkiye Yazıları, 1979), Vay Gözüm (Türkiye Yazıları, 1981), Remtelebe (Türkiye Yazıları, 1982), Koca Ülke (Türkiye Yazıları, 1983), Arif’in Kızı (Memleket Yayınları, 1987)

Düzyazı: Şiir ve Yenilik (Broy Yayınları, 1997)

Felsefe eğitimi alan Veysel Öngören, tiyatro ve şiirle olan sıkı bağını hayatı boyunca koparmadı. <em>Koca Ülke</em> adlı şiir kitabı 1983 yılında çıkmıştı.
Felsefe eğitimi alan Veysel Öngören, tiyatro ve şiirle olan sıkı bağını hayatı boyunca koparmadı. Koca Ülke adlı şiir kitabı 1983 yılında çıkmıştı.
Ressam, sanat tarihi profesörü, eleştirmen, yazar, çevirmen Kaya Özsezgin, 1987’de Günümüz Sanatçıları İstanbul Sergisi jüri toplantısında, ayakta görülüyor. Diğer isimler ise Bülent Özer, Sezer Tansuğ, Jale Erzen ve Semra Germaner. (Fotoğraf: SALT Araştırma, Yusuf Taktak Arşivi)
Ressam, sanat tarihi profesörü, eleştirmen, yazar, çevirmen Kaya Özsezgin, 1987’de Günümüz Sanatçıları İstanbul Sergisi jüri toplantısında, ayakta görülüyor. Diğer isimler ise Bülent Özer, Sezer Tansuğ, Jale Erzen ve Semra Germaner. (Fotoğraf: SALT Araştırma, Yusuf Taktak Arşivi)

Kaya Özsezgin

Ressam, sanat tarihi profesörü, eleştirmen, yazar, çevirmen Kaya Özsezgin 1938’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini doğduğu Diyarbakır’da yaptıktan sonra, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin Sanat Tarihi Bölümü’nü bitirdi. Çeşitli okullarda sanat tarihi ve resim dersleri verdi. 1984 yılında öğretim görevlisi olarak Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde göreve başladı. 1996’da profesör olarak fakültesinin dekanlığını da üstlendi.

Özsezgin, 1957’de Diyarbakır’da Canip Yıldırım tarafından çıkarılan Yudum dergisinde desenler çiziyordu. Üç resim sergisi açtıktan sonra sanat eleştirmenliğine yöneldi. Vatan ve Ulus gazetelerinde, Pazar Postası, Sanat ve Sanatçılar, Papirüs, Milliyet Sanat gibi yayınlarda sanat üzerine yazılar kaleme aldı. Artist dergisinin bir süre genel yayın yönetmenliğini yaptı.

Kaya Özsezgin, DİTAV’ın (Diyarbakır Tanıtma, Kültür ve Yardımlaşma Vakfı) kuruluşunda yer alanlardan biriydi. 1989’da Sanat Kurumu Ödülü’nün, 1995 yılında 7. Sanat Fuarı Sanat Eleştirmeni Ödülü’nün verildiği isim oldu.

Ardında birçok eser bıraktı. Türkiye’de görsel alanda üretim yapan sanatçıları derlediği ansiklopedik çalışmalarının yanı sıra İbrahim Çallı, Burhan Uygur gibi birçok sanatçı adına hazırladığı kitaplar mevcut. 1998’de Cumhuriyet’in 75. Yılında Türk Resmi başlıklı çalışması yayımlandı. Resim ve sanat üzerine birçok kitabı da Türkçeye çeviren Özsezgin, 1993 yılında yayımlanan Albert Gabriel imzalı Diyarbakır Surları isimli kitabın da çevirmeni. Diyarbakır’ı Dinliyorum Gözlerim Kapalı isimli bir deneme kitabı bulunuyor.

Kaya Özsezgin, 2016 yılında hayatını kaybetti.

Metin: Ahmet Çakmak

Katkılarından dolayı Melek Tigrel Öktem ve Ayşe Öktem’e teşekkür ederiz.

 

KAYNAKÇA

• Beysanoğlu, Ş. (1960) Diyarbakırlı Fikir ve Sanat Adamları, Cilt 2, Diyarbakır’ı Tanıtma Derneği, İstanbul.
• Beysanoğlu, Ş. (1992) “Diyarbakır Halk Kültüründe Saz Şairleri Geleneği ve Türkçe Söyleyen Diyarbakırlı Ermeni Aşuglar”, IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongeresi Bildirileri, Cilt 2, Kültür Bakanlığı, Ankara.
• Beysanoğlu, Ş. (1996) Diyarbakırlı Fikir ve Sanat Adamları, Cilt 1, Diyarbakır Tanıtma, Kültür ve Yardımlaşma Vakfı, Ankara.
• Çakmak A. (1991) “Kaya Özsezgin”, Diyarbakır Tanıtma, Kültür ve Yardımlaşma Vakfı Dergisi, 1(1).
• Çakmak A. (1998) “Çocuk, çiçek, pencere”, Edebiyat ve Eleştiri, 39-40.
• Çeliker, S. (2016) “Öleyim, ondan sonra yaz Ermeni olduğumu: Sami Hazinses”, Gazete Duvar.
• Diken, Ş. (2013) “Sahi, Sami’nin Sesi Neden Hazin’di!”, Bianet.
• Şenyapılı, Ö. (2019) “Cahit Sıtkı Tarancı”, Niteliksel.
• Tarancı, C. S. (2001) Ziya’ya Mektuplar, Varlık Yayınları, İstanbul.

ÖĞRENMEYE, ÖĞRETMEYE,<br>KAYDETMEYE ADANMIŞ HAYATLAR
SONRAKİ BÖLÜM
ÖĞRENMEYE, ÖĞRETMEYE,
KAYDETMEYE ADANMIŞ HAYATLAR