Ara
SERGİLER
KENTTE EĞLENCENİN GECESİ GÜNDÜZÜ
KENTTE EĞLENCENİN GECESİ GÜNDÜZÜ
Dicle kenarında “istirahati” uzatmak isteyenler, kimi zaman sazdan ve kamıştan yapılan “hülle”lerde kalırdı. Fotoğraf 1950’li yıllardan.

Diyarbakır’da eğlence deyince gündüzlere ayrı, gecelere ayrı bakmak gerekiyor. Sıkışık şehir planı iklimle birleştiğinde çözüm coğrafyadan gelmiş, Diyarbakır’da mesire ve piknik alanları her daim dinler, sınıflar ötesinde sosyal buluşma noktaları olmuş. Buralarda yeşeren “çixarî” kültürünü, ayrıca kentin panayırlarını, velime ve harifane gecelerini araştırmacı ve eğitimci Kenan Özhal kaleme aldı.

Hem fiziksel, hem işlevsel açıdan bugünden farklı mekânlar olan kıraathaneleri ise gazeteci Mehmet Mercan anlattı. Mercan, meyhaneleri, barları ve pavyonları ile şehrin gece hayatı serüvenine de geniş bir perspektiften bakıyor.

Bir kale kent olan Diyarbekir, 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar bu özelliğini korudu, halk sur içinde kendini güvende gördü. Yıllar içinde kentin yerleşim alanı sabit kalırken nüfusu değişkenlik gösterdi. Sur içindeki birkaç bahçe ve tarla 1900’lü yılların başından itibaren imara açıldığından büyük evlerin, konakların avluları sağır duvarlarla bölünerek, birden fazla aileye yaşam alanı oldu. Bu sıkışık yaşam tarzı, labirent gibi sokaklar, avlulardaki küçük bahçeler ihtiyaca cevap vermediğinden halk, bahar ve yaz aylarında çixarî’ye, yani farklı piknik alanlarına gitmeyi alışkanlık haline getirdi.

Varlıklı aileler Dicle Vadisi’ndeki, bağlardaki köşklerine ve bağ evlerine, Dicle kenarında bahçe ve bostanları olanlar bu serin bölgelere, böyle imkânları olmayan sade vatandaşlar ise günübirlik Sur dışındaki bahçe ve piknik alanlarına giderdi. Bunun için genellikle “sümbül hava” denilen, bulutların sümbül demetlerini andırdığı günleri tercih ederlerdi. Yağmur ihtimali olmayan, zaman zaman güneşin gölgelendiği bu bulutlu hava çixarî için idealdi.

Diyarbekir’in çixarî başlangıç tarihi, Kop Cemrosi ya da Bekir Ağa Günü de denilen şubat ayının ilk pazartesi günüydü. Şehir için bu önemli günde, okullar tatil edilir, resmî daireler yarım gün çalışırdı. Bu gün aynı zamanda Ortodoks Hıristiyanların Ninova Orucu’na başlamadan önce perhizlerinin ilk günüydü. Hava yağışlı değilse Müslüman, Hıristiyan, herkes ciğer, kavurma gibi çeşitli yemekler pişirip tepsilerde kadayıf hazırlar, Mardin Kapısı’nın dışında Şemsiler mevkiinde toplanırdı. Eğlence ikindiye kadar sürerdi.

Kenan Özhal, Eğitimci, Araştırmacı

Şehirde çixarî zamanı şubat ayının ilk pazartesi günü başlardı. O gün yağış yoksa, Müslüman Hıristiyan herkes piknik alanlarında buluşurdu. 1930’larda çekilen bu fotoğraf Gazi Köşkü’nde bir piknikten. (Oruç Ejder arşivi)
Yemenin içmenin yanında müziğin de eksik olmadığı piknikler için en fazla tercih edilen alanlardan biri Ben û Sen Vadisi’ydi. (Fotoğraf: Oruç Ejder arşivi)

Kent hayatı içinde önemli yeri olan bu kültürün mekânlarını, birkaç kuşağın tecrübesi ve çeşitli kaynakların izinde gezebiliriz.

Eskiden Sur dışında piknik için tercih edilen yerlerden Açıksu, surlarla Ali Pınar Köyü arasındaki bölgeye denirdi. Burası aynı zamanda panayır ve pazar alanı olarak da kullanılmış. Arabın Bahçesi de denilen Araplar Kastalı, bugün DSİ’ye ait nizamiyenin karşısına denk düşüyor. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kongre Merkezi’nin bulunduğu alanda ise eskiden Kanlı Gül denilen çixarî alanı vardı.

Urfa Kapısı’ndan sola dönen yolda, dere bahçelerine girilen yolun sol tarafı Göksü Güzel, sağ tarafı ise Hıyarlık çixarî alanı idi. Urfa Kapısı’nın güneyindeki, büyük ihtimalle ipek böcekleri için yetiştirilen dut ağaçlarının bulunduğu bölge Harir (İpek) Meydanı idi, diğer adı da zaten “böceklik”.

Ali Emiri’nin “Mani olmaz yar ile zevke rakibi derbeder / Ğem Götürmez bir mekân buldum cihana müjdeler” dizelerinde geçen Ğem Götürmez de Urfa Kapısı’nın dışında, Ben û Sen Vadisi’nde yer alıyordu.

Evli (Ulu) Beden ve Yedi Kardeş burçlarına Ben û Sen burçları da deniyor. Sur dışında kentin güneydeki dere bahçelerinin bir bölümünü kapsayan bahçelik alan da aynı nedenle Ben û Sen ismiyle anılıyor. Bu vadi en çok tercih edilen çixarî alanlarındandı. Günümüzde tamamı gecekondu tarzı yapılarla kaplı.

Dağkapı dışında, adı önce Diyarbakır sonra Ziya Gökalp olan liseyle anılan Lise Caddesi’nin hemen karşı tarafındaki sahaya Cinobaşı denirdi. Bu eski mezarlık alanına daha sonra Erkek Sanat Okulu yapıldı. Burası bahar aylarında gençlerin ve çocukların spor alanıydı. Eskiden daha çok “çır”, “üç adım”, “taş atma” ve sonraları futbol oynanırdı.

Çuxurlar diye anılan çixarî alanı adını, bölgede eskiden faaliyet gösteren taş ocaklarının bıraktığı çukurlardan alıyor. Burası rüzgâr konumu nedeniyle kentin havadar ve serin bir teneffüs alanı olarak bilinirdi. Genellikle erkeklerin buluşup kebap pişirdiği, kadayıf ve kahki yedikleri bir yerdi. Yine Seyrantepe mevkiinde 4. Murad için yapılan, yıllar içinde harabe haline gelen köşkün arsası da yazın serinliği nedeniyle rağbet gören bir mesire alanıydı.

Kenan Özhal

Yunus Peygamber Makamı isimli mağaranın üzerinden akan Fiskaya Şelalesi, güzel seyir terası nedeniyle her dönem rağbet gören bir yer oldu. Fotoğraf 1900’lü yılların başından. (Oruç Ejder arşivi)

Kente kimliğini veren unsurlardan olan Hevsel Bahçeleri, kendi başına onlarca çixarî alanını kapsıyordu. Ali Bali, Cin Ali, Xızna Odası, Savox Pınar, Bülbül Gözü, Keşiş Tarlası, Molla Farak, Poxli Havuz, Kabakulax, Çolo Murdo bunlardan sadece bazıları.

19. yüzyılın sonunda, Fiskaya’daki Diyarbekir Lisesi binası ve Numune Hastanesi (Eski Gureba Hastanesi) yapılmadan önce burada Behram Paşa ya da Recep Paşa Köşkü olarak anılan yıkık bir yapı vardı. Bu bölge Çır Çır (Şır Şır) Suyu ve Bahçesi olarak biliniyordu. Belediye reisi olduğu dönemde Pirinççizade Arif Efendi (Ziya Gökalp’in dayısı) buraya bir kule inşa ettirmiş, çiçek ektirerek “Millet Bahçesi” ismini vermiş. Çır Çır Bahçesi, özellikle pazar günleri Müslüman, gayrimüslim, yaşlı, genç her kesimden şehirlinin rağbet ettiği bir yerdi. Hemen altında soğuk su kaynağı bulunan Piranlı Bahçesi de kebap pişirip çalgılar eşliğinde içmeye, eğlenmeye gidilen bahçelerdendi. 18. yüzyılda Ebubekir Feyzi’nin aktardığına göre, yine yakınlardaki Eğri Kaya ya da Kayalı Bahçe olarak bilinen yerde de kadınlar kavrulmuş karpuz, kavun, kabak, hıyar çekirdekleri çitleyip “çiti yok” denilen eğlenceler düzenlerlermiş.

Tekel İçki Fabrikası yapılmadan önce açıktan akan Peyas Deresi ve Hendek Suyu, Fiskaya’dan Yunus Peygamber Makamı denilen mağaranın üzerinden aşağı görkemli bir şelale şeklinde akardı. Güzel bir seyir terası da olduğundan özellikle manzara izlemeye gidilirdi.

Kör Tiken, İğdeler, Kantaralar, Şah Budak, Şakkul Acuz, Bursa Yastığı, Barı Kız, Gel Beni Gör Seküsü, Zincir Kıran Bahçesi, Öksürük Tepesi, Deve Sindiren Bahçesi, Kara Ağaç, Seyran Tepe isimlerini anabileceğimiz diğer çixarî alanlarındandı.

Kenan Özhal

“Diyarbekir’in Şattu’l-Arab (Dicle Nehri) kıyısında olan Reyhan bağının ve düzenli bostanının Anadolu’da, Arap ve Acem diyarlarında benzeri yoktur. İlkbahar mevsiminde Şattu’l-Arab’ın taşması geçip tatlı suyu durularak akmaya başladığında, Diyarbekir halkının zengin ve fakiri çoluk çocuğuyla birlikte Şat kıyısına göçer. Nehir kıyısında atalarından babalarından verasetle intikal etmiş sınırlar içinde çadır kurup bostanlarına kavun, karpuz ve çeşit çeşit sebzeler ve çiçekler ekip çalışırlar. Burada özel bir tür reyhan herkesin sınırına ekilir ve bir ayda sanki orman olur. Mızrak boyuna kadar olunca o reyhandan içeriyi görmek ihtimali yoktur. (…) Her kulübedeki havuz ve şadırvanların suyu Şat nehrindendir. Her bağ ve bostan arasında açılan kanal ve su yolları, Şat suyunu bostanlara akıtmıştır. Tam yedi ay boyunca Şat kıyısında, herkes dost, arkadaş ve ahbaplarıyla gece gündüz bir hây hûy, saz, sözle yiyip içerek Hüseyin Baykara sarayına mahsus zevkleri yaşardı.

(…) Bu bostanlarda yetişen sulu kavun başka bir bölgede olmaz, belki Van’da Bohtan kavunu bu kavuna benzeyebilir. Fakat Diyarbekir kavunu iri, çok sulu ve yemesi hoştur. Misk ve saf ambere benzeyen bir tür güzel kokusu vardır ki, bir kere yiyenin genzinden bir haftaya kadar kavun kokusunun gitme ihtimali olmaz. (…) İnsanlar, tazeliğini koruyabileceği yere kadar onu hediye götürürler. Birçok kimse tarçın, karanfil ve pirinç ile Muaviye’nin buluşu zerde yemeği yaparlar. Anadolu’da Atina balından, bu derece kokulu kavun zerdesi yapma ihtimali yoktur. Fakat karpuzu övgüye layık değildir. Diğer yandan, reyhanı da öyle iri ağaç olur ki, yedi-sekiz ayda çadırlara direk ve kazık haline gelir. Ateşte yakıldıklarında Hitayî sümbülü gibi kokarlar. Kısacası Diyarbekir halkının bu Şattu’l-Arab kıyısındaki yedi-sekiz aylık zevk ve eğlencelerini cihan halkı kıskanır.

(…) Her gece Şat kıyısı kandil, fener ve mumlarla donatılır. İnsanlar bin bir şekilde süsledikleri yağ lambalarını ve balmumlarını tahtaların üzerine bırakır. Şat’ın üstünde bir taraftan diğer tarafa akan çerağlar (çıra, lamba), karanlık geceleri sanki aydınlık gün yaparlar. Her kulübede, çalgıcılar hânendeler, taklitçiler, meddahlar, ayrıca udî, çârtâyî, şeştârî, berbütî, kanunî, çengî, rebâbî, musîkârî, tanbûrî, santûrî, nefîrî, belebânî, ney ve dehenk çalanlar bulunur. Sözün kısası, çalgıcıların hepsi Şafiî (şafak) vaktine dek Baykara eğlencesi yaptıktan sonra müezzinler yanık sesleriyle övgüler ve hamdler okuyup bütün tarikat ehli sâdık âşıklar Fisagoras-i Tevhîdî tevhidi ederler. Çünkü Diyarbekir halkı tamamen Hâcegân (Nakşibendî) ve Gülşenî tarikatından olmakla tevhid zevk ve şevkinden de geri durmazlardı. Sözün özü, bu İrem bağında gûy-gûy ve güm-güm sohbetleri olup padişahın devletinin devamına dua ederler. Huda derecelerini yüksek ede.”

Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinden

Van Bruinessen, M. ve Boeschoten, H. (ed.), (2003) Evliya Çelebi Diyarbekir’de [Evliya Çelebi in Diyarbekir], (çev.) Tansel Güney, İletişim Yayınları, İstanbul: 279-281.
Evliya Çelebi seyahatnamesinde çok kısa sürede coşup irileşen, yakıldığında Hitayî sümbülü gibi kokan reyhanları övüyor bolca. (Fotoğraf: Türkan Kılıç, DİFAK, 2014)
Şehrin birkaç panayır alanında iki hafta boyunca cambazlar gösteri yapar, tiyatro kumpanyaları oyunlarını sahnelerdi. (Fotoğraf: Oruç Ejder arşivi)

Bilinen eski panayır alanı şehir surları ile merkez Ali Pınar Köyü arasındaydı. Zamanında Hindistan ve İran’dan gelen kervanlar buraya inerdi. Bu nedenle de Diyarbakır pazarı da bu panayır alanına kurulurdu. Yolcuların su ihtiyacını karşılamak için Ali Pınar’dan Cami-i Kebir’e (Ulu Cami) giden su yolunun buradaki kapakları kaldırıldığından, bölgeye Açık Su ismi verilmiş.

Panayır on beş gün devam eder, bittikten sonra birçok aile çadır kurup kamıştan “hülle”ler¹ yaparak Mayıs ayı sonuna kadar burada kalırdı. Panayır 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’ne kadar devam etti. Panayır alanının kullanılması ise Ali Pınar’da köşklerin yapılmasına, bağların tesis edilmesine dek sürdü.

Bir diğer panayır alanı, Dağkapı karşısında, günümüzde Tekel Fabrikası ve Ali Gaffar Okkan Lisesi olan alandı. Burada ip cambazları gösteriler yapar, tahterevalliler, dönmedolaplar kurulurdu. Bu alana çok yakın olan, eski Numune Hastanesi, Diyarbekir Lisesi (eski İdadi) ve Tekel İçki Fabrikası arasındaki Şirinçağ Daşi, bahar ve güz aylarında özellikle kadınların çocuklarıyla birlikte gidip eğlendikleri bir çixarî alanıydı. Bilhassa çocukların üzerine çıkıp aşağı kaydıkları, birkaç metre yükseklikteki eğimli büyük kayanın varlığından dolayı buraya Şirinçağ (kaygan) ismi verilmiş.

Kenan Özhal

¹ Hülle: Üç tarafı ve üstü kapalı, saz ve kamıştan yapı.

Düğünler dolayısıyla verilen ziyafet yemeklerine “velime geceleri” denirdi. Arapça “velaim” (düğün, toy) kelimesinden Diyarbekir ağzına geçmiş. Genelde de fazlaca yemek çeşidi konulan sofralar için kullanılmış.

“Harifane geceleri”¹ ise ilmî, edebî, tarihî sohbetlerin yapıldığı, güncel sorunların tartışıldığı, alkolsüz, yemekli dost sohbetlerine deniyordu. Bu gecelere bazen müzik de eşlik ederdi.

“Harif”in kelime anlamı “esnaf”tır. Bunlar, sosyal ve ekonomik konumu birbirine yakın, daha çok kentsoylu erkeklerin katıldığı yemekli gecelerdi. Hangi evde toplanılacaksa Diyarbekir mutfağından özel bir yemek veya tatlı ile gidilir, akşam namazından sonra sofraya oturulurdu. Ev sahibi misafirlere hizmet eder, yemek sonrası çay, kahve ikramını bizzat yapardı. Bitmeyen yemekler o evde kalır, mahallenin fakirlerine dağıtılırdı.

Kenan Özhal

¹ Araştırmacı, gazeteci, yazar Abdüssettar Hayati Avşar’a göre, Diyarbakır kültürüne ait olan velime değil harifane geceleriydi.
Velime ve harifane geceleri, erkeklere mahsus yemekli, kimi zaman muhtelif konuda sohbetlerin de yapıldığı dost meclisi buluşmalarıydı. (Fotoğraf: Oruç Ejder arşivi)

Bugün daha çok işsizlerin, aylakların mekânı olarak görülseler de, bir zamanlar şehrin saygın insanlarının devam ettiği kıraathaneler, çayhaneler ve buralara mahsus bir kültür vardı.

Bazı çayhane ve kıraathanelerde özellikle geceleri yatsı namazından sonra romanlar, masallar, destanlar okunurdu. Bunlar daha çok Hazret-i Ali cenkleri, Zaloğlu Rüstem, Battal Gazi, Şah İsmail, Köroğlu, Şahmeran gibi efsanevi kahramanların hayatlarını anlatan romanlar, Kerem ile Aslı, Yusuf ile Züleyha, Arzu ile Kamber, Ferhat ile Şirin, Mem û Zîn, Zembilfroş, Sîpanê Xelatê gibi ünlü aşk masalları ve destanları olurdu. Okuyan kişi, maceranın en heyecanlı yerinde bırakırdı ki, devamı ertesi akşama kalsın. Bazen de dengbêjler gelir, arbane eşliğinde ünlü destanları yanık sesle okurlardı.

Ramazan aylarında buralar daha da kalabalıklaşırdı. Evlerde iftardan sonra Teravih namazı için camilere giden erkekler, namaz sonrasında çayhanelere geçer, sahur saatine kadar dinî sohbetlere katılır, oyalanırlardı. Bazı çayhane ve kıraathanelerde Ramazan eğlenceleri düzenlenirdi. Genellikle sahura kadar süren tombala çekilişlerinin geliri bir derneğe, çoğunlukla da Kızılay’a bırakılırdı.

Mehmet Mercan, Gazeteci, Yazar

Diyarbakır’ın sosyal hayatında kıraathaneler, bugün çağrıştırdıklarına benzemeyen şekilde bir kültürü bulunan, saygın mekânlardı. (Fotoğraf: Fatma İşmen)
Domino gibi çeşitli oyunların oynandığı yerler olmalarının dışında, “sahneli” kıraathanelerde konserler yapılır, tiyatro oyunları sahnelenirdi. (Fotoğraf: Nevin Soyukaya)

Kentin çeşitli semtlerinde ünlü çayhane ve kıraathaneler vardı. Semtin büyükleri, buralarda bir yandan sohbet ederken, bir yandan nargilelerini fokurdatırlardı. Bazılarında sohbet köşeleri, ping-pong ve bilardo masaları, çoğunda da sahne vardı. Bu sahnelerde, kente gelmiş, aralarında ünlülerin bulunduğu bazı fasıl ve tiyatro grupları program yapardı.

O yıllarda şehre sıkça gelen Muammer Karaca, Avni Dilligil, Kemal Dirim, İsmail Dümbüllü gibi ünlü tiyatrocular, Zati Sungur, Abrakadabra (Lütfi Demirtok) gibi ünlü illüzyonistler büyük ilgi görürdü. Özellikle Kemal Dirim, sahnede kentin tanınmış tipleriyle ilgili espriler yapar, büyük alkış alırdı. Tiyatrocuların dışında kantocular, meddahlar, ses sanatçıları da şehre gelirdi. Bazıları Dağkapı’daki Yeni Şehir Sineması’nda gösteri yaparken, bazıları da büyük kıraathanelerin sahnelerine çıkardı.

Çarşı Karakolu’nun sokağındaki Şafak Kıraathanesi, ona yakın sahneli Dicle Kıraathanesi, Balıkçılarbaşı yakınındaki Terakki Kıraathanesi, Dağkapı’daki sahneli Cumhuriyet Kıraathanesi, Yalova Kıraathanesi en meşhurlarındandı. Balıkçılarbaşı yakınında, Çulcular Çarşısı’ndaki Havuzlu Kahve’nin hem bahçeli yazlık, hem de kapalı kışlık bölümü vardı. Şalvarlı ama aynı zamanda fötr şapka giyen yaşlı sahibi, sürekli kıraathanenin içinde dolaşır, her yeri kontrol altında tutardı.

Bunların dışında Mardinkapı’daki Çınarlı Abbas’ın Parkı, yine Mardinkapı’da çoğunlukla Hevsel Bahçeleri’nde çalışan cenanların (bahçıvan), bahçecilerin oturduğu Mehmet Aliye Keje’nin kahvesi, Balıkçılarbaşı yakınındaki Acemoğlu Kahvesi, Melikahmet Caddesi’ndeki bahçeli nargile kahvesi, Kunduracılar Çarşısı’ndaki Ali Çavuş’un çayhanesi, Eski Yoğurt Pazarı içindeki Sofi Galib’in çayevi, Kemal’in Nargile Kahvesi, Eski Borsa Hanı Kahvesi, Nuri Usta’nın çayhanesi, Ulu Cami’nin karşısındaki Fethi Acet’in çayhanesi anılabilir.

Mehmet Mercan

Kentte bar ve pavyonların açılmasının, meyhanelerin çoğalmasının, hatta kumarın yaygınlaşmasının yolunu, 1953-54’ten sonra Demokrat Parti iktidarı tarafından çiftçilere, ekilecek toprağı olsun olmasın dağıtılan yardımın açtığı söylenebilir. O yıllarda Ziraat Bankası ve Toprak Mahsulleri Ofisi çiftçiyi kalkındırmak adına, basit formaliteleri yerine getiren herkese bolca kredi ve tohumluk dağıtmaya başlamıştı. Torpilini bulan da bu nimetten bol bol yararlanıyordu. Ne var ki kredilerin ve tohumlukların çoğu amacına uygun kullanılmıyordu. Açıkçası o yıllarda tarım ya da ticaret değil eğlence sektörü canlandı.

Diyarbakır’da ilk gece kulüpleri, bar ve pavyonlar Dilan Sineması bünyesinde açıldı. Sinemanın, projede sığınak ve otopark olarak görünen bodrumunda ilk Dicle Bar kapılarını açtı. Dicle Bar’ı eğlence aleminde Altınmakas adıyla tanınan Nedret isimli bir kadın işletiyordu. Gençliğinde alımlı ve güzel bir kadın olduğu dillerde dolaşan Nedret Hanım, bürokratlarla olduğu gibi, hemen her kesimden insanla iyi geçinmesini beceren biriydi.

Aynı yıllarda binanın giriş katının üstündeki asmakatta Rico Pavyon açıldı. Dicle Bar’a göre daha kaliteli sayılan Rico Pavyon’a İtalya’dan sanatçı bile getiriliyordu. Pavyondaki localar, filmlerden aşina olduğumuz Kızılderili kulübeleri gibi kamıştan yapılmıştı. Bu, gece kulübüne egzotik bir hava katıyordu. Bir ziraat mühendisi tarafından işletilen Rico Pavyon, Diyarbakır’ın gece hayatına kalite getirmişti. Buraya şalvarlı, kasketli müşteri alınmıyor, aşırı alkol alanlar diğer müşteriler rahatsız edilmeden dışarı çıkarılıp, tanıdık faytonculara teslim edilerek evlerine gönderiliyordu.

Aynı yıllarda şehrin üçüncü gece kulübü açıldı. Londra Bar da Turistik Palas’ın yazlık avlusunun bodrum katındaydı.

Mehmet Mercan

Diyarbakır’da meyhanelerin sayısının artışı, bar ve pavyonların açılışı daha çok 1950’li yıllardan sonra oldu. (Fotoğraf: Jaklin Çelik arşivi)
Mekanik alanındaki çalışmalarını Amid’deki Artuklu sarayında gerçekleştiren El Cezeri’nin “bir partide kimin içki içeceğine karar veren otomat” için yaptığı çizim.

Bir partide kimin içki içeceğine karar veren otomat

“Araç beş katlı bir hisar biçiminde yapılmıştır. En alt bölmede bir elinde şişe tutan, önünde bir kadeh bulunan bir cariye oturmaktadır. Onun üzerindeki bölmede dört müzisyen cariye, bunun üzerindeki ayvanda bir dansör, en üst bölmede iki kanatlı bir kapı vardır. Hisarın üzerinde bir kubbe ve kubbenin üstünde de bir at ve sürücüsü bulunmaktadır. Bu otomat toplantıya getirilip orta yere konur. Bir süre sonra cariyeler müzik araçlarını çalmaya, dansör dans etmeye, süvari dönmeye, cariye önündeki kadehe şişeden şarap doldurmaya başlar. Süvari durur; bir saki, kadehi süvarinin mızrağı ile işaret ettiği kişiye sunar. Kişi şarabı içince, tekrar kadehi cariyenin önüne koyar. Bu seremoni yirmi dakikalık aralıklarla yirmi kez tekrarlandıktan sonra, üst hisardaki kapının kanatları açılır ve kapıdan çıkan figürün sağ eli ‘Başka şarap yok’, sol eli ise ‘İki kadeh daha var’ işaretini yapar.”

Unat, Y. (2002) “El-Cezerî’nin Makine Yapımında Yararlı Bilgiler ve Uygulamalar Adlı Eseri”, Türkler, Cilt 7, (ed.) Hasan Celâl Güzel, Kemal Çiçek ve Salim Koca, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara: 569-575.

Bar ve pavyonların açıldığı 1950’li yılların ortalarından itibaren kentte meyhane ve içkili lokantalar da çoğalmaya başladı. O yıllarda hem meyhanelerin hem de bar ve pavyonların müşterileri arasında, yine devletten karşılıksız ya da uzun vadeli kredi ve tohumluk almış çiftçiler, köy ağaları, varlıklı ailelerin yetişkin çocukları çoğunluktaydı. Buralarda çok hovardaca para harcanabiliyordu. Özellikle de kimi zaman hayalî isimler ve adreslerle usûlsüz kredi alan çiftçiler, “Nasılsa devlet bir daha bu paraları geri alamaz” diye düşünerek “para yemek” için şehir merkezini tercih ediyordu.

Çevre kentlerden, ilçelerden, en çok da Midyat’tan, Savur’dan, Kızıltepe’den, Viranşehir’den, Çınar’dan, Bismil’den ve Ergani’den gelenler için barlarda, pavyonlarda bazı geceler sabahlara kadar özel programlar yapılıyordu. Aynı kitle, kentte dernek ve kulüp statüsünde açılmış, kumar partileri düzenleyen mekânların da müdavimi olmaya başladı. Zaman zaman bazı köy ağalarının, bazı ticaret erbabının iflasa varan ölçüde paralar kaybettikleri duyuluyordu. Hatta bazılarının buralarda tanıştıkları kadınlarla ilişkileri bahis konusu oluyor, aile düzenlerini bozdukları dilden dile dolaşıyordu. Eğlence hayatının gelişmesinin sosyal hayata olumsuz etkileri de görülüyordu.

Mehmet Mercan

Gece hayatı Dilan Sineması’nın binasında başlamıştı. İkisi de türlerinin kentteki ilk örnekleri olan Dicle Bar ile Rico Pavyon burada açılmıştı.
1940’larda açılmaya başlayan içkili mekânların sayısı 1950’li yıllarda arttı, eğlence hayatı da bununla birlikte bir miktar dönüşüme uğradı. (Fotoğraf: Oruç Ejder arşivi)

Diyarbakır’ın eğlence dünyası içinde meyhanelerin yeri sınırlıydı. 1940’lı yıllarda içkili yerler azdı. Kentin en eski ve ünlü meyhanesi Gazi Caddesi üzerinde Çarşı Karakolu’na yakın, Akif Bey’in işlettiği Bahçeli Lokanta idi. Burası aslen arkasında geniş avlusu olan eski bir Diyarbakır eviydi. Diğer iki içkili lokanta da Dağkapı’daydı. Antepli Memik’in meyhanesi, Dicle Garajı’nın bitişiğinde, Sino’nun meyhanesi ise karşıda, Dağkapı ile Suakar Hamamı arasındaydı. Her üç meyhanenin de müşterileri farklıydı. Bahçeli Lokanta’ya kentin tanınmış esnafı, tüccarı, bürokrat kesimi giderken Sino’nun ve Memik Usta’nın meyhanelerine ise daha alt sınıftan insanlar ile kentin kabadayıları giderdi.

1940’lı yıllarda kent yöneticileri, bürokratlar, tanınmış ticaret erbabı daha çok evlerde toplanır, dost meclislerinde eğlenirlerdi. Meyhanelere gidemeyen yeniyetme gençler, içkici garibanlar da müskirat (alkollü içki) bayilerinin önünde durur, paraları yettiği kadar bardakla şarap içerlerdi. Müslümanların içki satması günah sayıldığından, kentteki iki müskirat bayiini de Ermeniler işletirdi. Meyhaneci Bro adıyla ünlü, Fatihpaşa Mahallesi’nde kapı komşumuzun dükkânı Eski Yoğurt Pazarı’nda, Jirayır kardeşlerin işlettiği ise Melikahmet Caddesi’nin girişindeki köşe başındaydı. Bazı içkiciler de buralardan içkilerini alır sur diplerine, Yenikapı’daki Çift Havuzlar’a, Lise Caddesi’ndeki Cinobaşı’na, Kışla Yolu’na ya da Mardinkapı’da Keçi Burcu altındaki kayalığa giderlerdi. Halk arasında bu bayilere de “meyhaneçi” denirdi.

Sinemalar gibi, 1950’li yıllardan sonra buralarda da hızlı bir değişim oldu. Önce barlar, müzikli pavyonlar, sonra birahaneler, diğer adıyla “tek-tekçiler” çoğaldı. Hayik’in Damla Meyhanesi, Bekir’in Yeri, Bozo’nun Yeri, Necat’ın Agora’sı en ünlüleriydi. Bu yıllarda müşteri profili de değişti, herkes her yere gider oldu.

Bazı kulüp ve derneklerin, hatta bazı resmî kurumların lokalleri de bu yıllarda açıldı. Öğretmenler Derneği (TÖB-DER), Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti, Ticaret Odası, Aydınlar Kulübü, Karayolları, DSİ, DDY, Şayak Fabrikası lokalleri, Turistik Palas ve Demir Otel salonları en çok gidilen yerlerdendi. Buraların müşterileri mevcut meyhanelerdekilerden farklıydı. Resmî kurumların lokallerine daha çok kentteki bürokrat kesim, Tüccarlar Kulübü ile lüks otellerin salonlarına kentin saygın iş adamları ve ticaret erbabı giderken, doktorlar, avukatlar, öğretmenler, gazeteciler ise kendi meslek örgütlerinin lokallerine devam eder oldu.

1970’li yıllardan başlayarak kentte içkili mekân sayısında patlama oldu denebilir. Birçok lokanta ve kebapçı da müşterilerine içki vermeye başladı.

Mehmet Mercan