Ara
SERGİLER
HEM GEÇİM KAYNAĞI, HEM YAŞAM BİÇİMİ: HAYVANCILIK
HEM GEÇİM KAYNAĞI, HEM YAŞAM BİÇİMİ: HAYVANCILIK
Hayvancılık, Diyarbakır’da yerleşim tarihinin her evresinde hayatı biçimlendiren iktisadi ve kültürel bir faaliyet oldu. 1970’li yıllarda yaylada görülen göçerlerin yaşam biçiminde bugün az şey değişmiş. (Fotoğraf: Mehmet Mercan)
Hayvancılık, Diyarbakır’da yerleşim tarihinin her evresinde hayatı biçimlendiren iktisadi ve kültürel bir faaliyet oldu. 1970’li yıllarda yaylada görülen göçerlerin yaşam biçiminde bugün az şey değişmiş. (Fotoğraf: Mehmet Mercan)

İklimin ve coğrafyanın etkisiyle hayvancılık Diyarbakır ve çevresinde tarihin her döneminde önemli bir üretim faaliyeti oldu. Bu, öncelikle iktisadi bir uğraşı, başat geçim kaynaklarından birini işaret ediyor. Büyükbaş ve küçükbaş hayvancılığın ağırlığının yanında hayvan çeşitliliği, elde edilen ürünlerin yelpazesini de genişletiyor. Değişen hayatla birlikte yöntemler gelenekselden uzaklaşsa da, neredeyse bir zanaat gibi sürdürülen bu eski usûllerden vazgeçmeyenler de var. Örneğin göçerler (koçerler), kimi değişikliklere rağmen devam ettirdikleri hayat tarzlarında, bilhassa eski kuşağın katkısıyla, bu usûlleri diri tutuyor. Hayvancılığı iktisadi bir faaliyet olduğu kadar, tabiatla, hayatla kurulan bir ilişki biçimi, bir kültür kılan unsurları da göçerler yaşatıyor.

O yüzden bu bölümde hayvancılığın iktisadi yönünü ele almanın yanı sıra, bizzat bu kültürün parçası olanlardan derlediğimiz kayıtlara, birinci elden tanıklıklara da yer veriyoruz.

En eski çağlardan beri Mezopotamya bölgesinin önemli kentlerinden olan Diyarbakır, kurulduğu günden beri önemini hiçbir zaman yitirmedi. Tarihî, siyasi ve kültürel özelliklerinin yanında, hem üretim olarak hem de kendine has gen kaynaklarıyla kentin hayvancılık yönünden de ön plana çıktığını görüyoruz.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında Diyarbakır’da tarım ve hayvancılık ile geçinen kesimin refah seviyesini artırmak anlamında öne çıkan hayvancılık sektörü oldu. Büyük arazi varlığının yanında nüfus yoğunluğunun düşüklüğü de hayvancılığı elverişli bir sektör haline getiriyordu.

1909 yılında Diyarbakır vilayetinde yapılan tarım sayımına göre, 58.683 sığır, 46.797 koşu öküzü, 3.034 manda, 3.350 koşu mandası ile toplamda 111.864 büyükbaş hayvan varlığı bulunuyor. Yine aynı yıl sayımına göre 412.339 koyun, 252.285 kıl keçisi ile toplamda 664.624 küçükbaş hayvan varlığı mevcut. O dönemler daha ön planda olan, daha sonraları mekanizasyonun devreye girmesiyle önemini yitirmeye başlayan çeki-yük hayvanlarının varlığı da önemli. Aynı sayımda 40.977’i eşek, 8.525’i at ve 4.826’sı katır olarak Diyarbakır genelinde 54.328 yük ve çeki hayvanı söz konusu. At varlığının yüksek olması, ulaşım ve taşımacılık kadar, bölgedeki koşu öküzlerinin düşük çekim kapasitesi ile de ilintili.

1927 yılı sayımına göre ise Diyarbakır’da 33.148 inek, 9.852 düve, 14.095 dana, 5.540 buzağı, 2.058 dişi ergin manda, 532 manda düvesi ve 436 manda malağı, 109 manda boğası, 1.439 deve, 139.914 koyun, 150.142 kıl keçisi, 707 tiftik keçisi, 100.546 tavuk ve horoz, 6.466 hindi, 807 kaz ve 119 ördek, çeki hayvanları olarak 36.966 öküz, 3.185 manda, 958 at, 1644 kısrak ve 541 katır kayda geçmiş.

1909 yılında yapılan tarım sayımına göre büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar ağırlıklı olsa da, ulaşım ve taşımacılıkta kullanılan yük ve çeki hayvanları da önemli bir kalem oluşturuyordu. Yıllar içinde bu oran düştü. (Fotoğraf: Mehmet Mercan)
1909 yılında yapılan tarım sayımına göre büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar ağırlıklı olsa da, ulaşım ve taşımacılıkta kullanılan yük ve çeki hayvanları da önemli bir kalem oluşturuyordu. Yıllar içinde bu oran düştü. (Fotoğraf: Mehmet Mercan)
Süt üretiminde önemli bir yere sahip olan Diyarbakır’da bugün on sekiz süt ve süt ürünleri işleme tesisi bulunuyor. Yörenin sütleri yoğurt, ayran, peynir, tereyağı ve dondurma üretiminde de kullanılıyor. Bu kare Hevsel Bahçeleri’nden. (Fotoğraf: Hüsamettin Bahçe)
Süt üretiminde önemli bir yere sahip olan Diyarbakır’da bugün on sekiz süt ve süt ürünleri işleme tesisi bulunuyor. Yörenin sütleri yoğurt, ayran, peynir, tereyağı ve dondurma üretiminde de kullanılıyor. Bu kare Hevsel Bahçeleri’nden. (Fotoğraf: Hüsamettin Bahçe)

2020 yılı hayvancılık verileri değerlendirildiğinde Diyarbakır, 16.704 manda varlığı ile Türkiye’de ikinci sırada yer alıyor. Değerli bir ürün olan manda sütü ile yetiştiriciler manda yoğurdu yaparak iç piyasaya sunuyorlar.

Son verilere göre şehir sığır varlığı olarak 108.823 kültür, 371.204 melez ve 159.343 yerli olmak üzere toplam 639.370 sığıra sahip. Elde edilen sütler Diyarbakır’da bulunan toplam 18 adet süt ve süt ürünleri işleme tesisinde yoğurt, ayran, peynir, tereyağı ve dondurma üretiminde kullanılıyor ve bu ürünler iç piyasa ve komşu illerde tüketime sunuluyor. Ayrıca sitil adı verilen geleneksel bakır bakraçlarda yapılan yoğurtlar halk tarafından büyük ilgi görüyor.

Diyarbakır Tarıma Dayalı İhtisas (Besi) Organize Sanayi Bölgesi, alanında Türkiye’deki ilk uygulama olarak, toplam 103 parselde 82 adet besi işletmesi ile faaliyetlerini sürdürüyor. Üretilen etler ise altı adet et ve et ürünleri işleme tesisinde işlenip piyasaya sunuluyor.

2020 yılı verilerine göre Diyarbakır küçükbaş hayvan varlığı olarak toplamda 2.091.344 koyun ve keçi varlığına sahip. Bunun 417.763’ü kıl keçisi, 1.673.303’ü yerli koyun ırkı ve 278’i ise merinos koyunundan oluşuyor.

Bahar ve yaz döneminde elde edilen koyun ve keçi sütleri yoğurt, tereyağı ve peynir yapımında kullanılıyor. Coğrafi tescilli olan, koyun ve keçi sütünden elde edilen örgü peyniri şehrin en önemli ürünlerinden. İlkbahar ve yaz aylarında elde edilen koyun sütünden ya da keçi ve inek sütü karışımından üretilen Diyarbakır örgü peyniri, yapım aşamaları yönünden kaşar peynirine benzese de kendine has aroması, krem beyaz rengi, parlak görünümü ile ayrılıyor.

Koyun ve keçi yetiştiriciliği dendiğinde Diyarbakır’a ait gen kaynaklarından Zom koyunu ve Mahalli keçisinden bahsetmek gerekir. Karacadağ bölgesinde yetiştiriciliği yapılan Zom koyunu bölgenin engebeli ve taşlık arazi yapısına, sıcak ve kurak iklim yapısına adapte olmuş, hastalıklara ve paraziter enfeksiyonlara karşı dirençli, otlama yeteneği ve sürü içgüdüsü kuvvetli, vücutları bej veya beyaz-krem renginde, baş, ağız, göz, kuyruk ve bacaklarda siyah lekeleri olan bir koyun varyetesi. Irk tescili için gerekli araştırma ve çalışmalar sürdürülüyor.

Mahalli keçisi de Karacadağ bölgesinde yetiştiriciliği yapılan lokal bir gen kaynağı. Boynuzların yanlara doğru spiral tarzda uzaması, boynuz kökleri arasındaki açıklığın yok denecek kadar az olması, güçlü bacak yapısı ve alt kılların fazlalığı ile diğer keçilerden ayrılan, bölgeye iyi adapte olmuş bir varyete. GAP Uluslararası Tarımsal Araştırma ve Eğitim Merkezi bu varyete üzerine çalışmalar yürütüyor.

Zom koyunu Diyarbakır’ın Karacadağ bölgesinde yetiştiriciliği yapılan özel bir cins. Bölgenin iklimine ve coğrafyasına çok iyi uyum sağlayan, dayanıklı Zom koyunlarının ırk tescili için yapılan çalışmalar sürüyor. (Fotoğraf: Meral Özdemir, 2006)
Zom koyunu Diyarbakır’ın Karacadağ bölgesinde yetiştiriciliği yapılan özel bir cins. Bölgenin iklimine ve coğrafyasına çok iyi uyum sağlayan, dayanıklı Zom koyunlarının ırk tescili için yapılan çalışmalar sürüyor. (Fotoğraf: Meral Özdemir, 2006)
Boranhaneleriyle ünlü Diyarbakır’da güvercin deyince dört ırk öne çıkıyor: Kızılbaş, Göğsüak, Ketme ve İçağlı. Her birinin beş ayrı rengi özel bir isimle anılıyor. (Fotoğraf: Fotono21)
Boranhaneleriyle ünlü Diyarbakır’da güvercin deyince dört ırk öne çıkıyor: Kızılbaş, Göğsüak, Ketme ve İçağlı. Her birinin beş ayrı rengi özel bir isimle anılıyor. (Fotoğraf: Fotono21)

2020 yılı verilerine göre yetiştiriciliği yapılan diğer hayvanlara gelirsek… Diyarbakır ipekböceği yetiştiriciliğine oldukça uygun bir iklime sahip. (“Dicle kenarı bostan, giyinmiş ipek fistan”) Ayrıca şehir 115.630 arı kovanı varlığı ile bölgede arıcılık faaliyeti açısından önemli şehirlerden biri. 207.631 hindi, 121.354 kaz, 25.279 ördek, 73.261 etçi ve 879.031 yumurtacı tavuk olmak üzere toplam 1.306.556 kanatlı hayvan potansiyeline sahip.

Güvercin yetiştiriciliğiyle de ön plana çıkan Diyarbakır’ın çeşitli yerlerinde güvercinhaneler (boranhaneler) bulunuyor. Güvercinler, Kızılbaş, Göğsüak, Ketme ve İçağlı olarak dört ayrı ırk altında toplanıyor. Kızılbaş ırkında beş renk varyetesi, Göğsüak, Ketme ve İçağlı ırkları içinde ise altışar ayrı renk varyetesi bulunuyor. Siyah rengine göre güvercinler, Ketme ırkında Ketme atlas, Göğsüak ırkında Atlas, İçağlı ırkında Zengi ve Kızılbaş ırkında Karabaş isimlerini alıyor. Sarı renkli olanları, Ketme ırkında Bozak, Göğsüak ırkında Narinci, İçağlı ırkında Tahini ve Kızılbaş ırkında Sarıbaş olarak anılıyor. Kırmızı renge göre, Ketme ırkında Ketme ciğeri, Göğsüak ırkında Ciğeri, İçağlı ırkında Gümüşkuyruk ve Kızılbaş ırkında Kızılbaş isimleri verilmiş. Gök rengine göre adlandırma ise Ketme ırkında Ketme gögala, Göğsüak ırkında Gögala, İçağlı ırkında Kara ve Kızılbaş ırkında ise Mavibaş şeklinde. Ayrıca boranhanelerden elde edilen güvercin gübresi ile bilhassa Hevsel Bahçeleri’nde yetiştirilen Diyarbakır karpuzunun büyüklüğü ve lezzeti de unutulmamalı.

Bir çeşit kuş evi olan ve biriken gübreden faydalanmanın da amaçlandığı boranhaneler, Diyarbakır’da kökü geçmişe dayanan bir gelenek. Fotoğraf, Fransız mimar Albert Gabriel’in 1940’ta basılan <em>Voyages Archéologiques dans la Turquie Orientale [Türkiye’nin Doğusunda Arkeolojik Seyahatler]</em> kitabından.
Bir çeşit kuş evi olan ve biriken gübreden faydalanmanın da amaçlandığı boranhaneler, Diyarbakır’da kökü geçmişe dayanan bir gelenek. Fotoğraf, Fransız mimar Albert Gabriel’in 1940’ta basılan Voyages Archéologiques dans la Turquie Orientale [Türkiye’nin Doğusunda Arkeolojik Seyahatler] kitabından.

Özellikle 1960’lı yıllarda Türkiye’de sosyoloji alanında göçebelik ve kültürü, üzerine sıkça eğilinen bir konu değildi, kaldı ki resmî ideoloji nedeniyle göçebe Kürt aşiretlerine odaklanmanın örneği hiç yoktu. İsmail Beşikçi, bu alanda bir öncü olarak tezini 1967’de tamamladı, Doğu’da Değişim ve Yapısal Sorunlar: Göçebe Alikan Aşireti kitabının ilk baskısı Nisan 1969 tarihinde Ankara’da, Doğan Yayınevi tarafından yapıldı. Kitap Ağustos 1992 Yurt Kitap-Yayın tarafından yeniden yayımlandı. Önsözde “İlk defa 1961 yılında, yaz aylarında, ‘Tahsil İçi Staj’ döneminde Kürtlerle karşılaştım” diye yazan Beşikçi, kitabın 2000’li yıllardaki baskılarında o dönem inkâr edilen Kürt varlığını değerlendirdiği gibi, yıllar içinde değişen düşüncelerini de ekliyor. Kıymetini bugün de koruyan göçer Kürt aşiretleri üzerine çalışmasında Beşikçi, hayvancılıkla iç içe geçmiş bu kültürü birçok yönüyle ele alıyor. Tabiat sevgisinin atasözlerine ve günlük dile sirayet edişi bu yönlerden biri.

“Göçebelerde özellikle at ve koyun kültürü çok gelişmiştir. Bu kültüre paralel olarak hayvan sevgisi de yüksektir. Özellikle bu iki hayvana karşı olan sevgi çok yüksektir. Göçebe bu iki hayvanı canı kadar sever. Onların sağlığını kendi sağlığından daha önce düşünür. Ata binmek, koyunların derdinden anlamak her göçebenin kusursuz olarak bilmesi ve uygulaması gereken özelliklerdir. Tabiat sevgisi ile hayvan sevgisi ve kültürü o kadar yüksektir ki günlük hayatta kullanılan pek çok atasözü bunlarla ilgilidir:

  • Derin derede uyumuyorum, ters rüya görmüyorum.
  • Cebel (koyun) suyun ha bu yüzünde, ha öte yüzünde.
  • Teke koyuna gizli gizli yaklaşsa da, koyun aşikar doğurur.
  • Zır cahillerin bulunduğu meclis, gürültüsüz patırtısız olmaz. İçinde eşek bulunan sürü de zırzırsız olmaz.”
Kaynak: İsmail Beşikçi, Doğu’da Değişim ve Yapısal Sorunlar: Göçebe Alikan Aşireti, İsmail Beşikçi Vakfı Yayınları, 2014.
İsmail Beşikçi, 1960’lı yıllarda yazdığı tezinde özellikle hayvan sevgisi öne çıkan göçebe Kürt aşiretlerini anlatıyor, hayvancılığın bu hayat tarzındaki önemine odaklanıyordu. (Fotoğraf: Mehmet Mercan)
İsmail Beşikçi, 1960’lı yıllarda yazdığı tezinde özellikle hayvan sevgisi öne çıkan göçebe Kürt aşiretlerini anlatıyor, hayvancılığın bu hayat tarzındaki önemine odaklanıyordu. (Fotoğraf: Mehmet Mercan)
Göçebe hayatında atların ve katırların ne denli öneme sahibi olduğunu, İsmail Beşikçi 1960’lı yıllarda dinlediği bir hikâyeyle örnekliyor. (Fotoğraf: Hüsamettin Bahçe)
Göçebe hayatında atların ve katırların ne denli öneme sahibi olduğunu, İsmail Beşikçi 1960’lı yıllarda dinlediği bir hikâyeyle örnekliyor. (Fotoğraf: Hüsamettin Bahçe)

“At ve katır göçebe yaşama vasıtalarının en önemlilerinden biridir. Dikkatle bakılır ve göç dışında hiçbir faaliyette kullanılmaz. Göçebe, hayvanını para karşılığında olsa bile başkasına kiralamaz. Bir gün (1964 yazı), Şeyh Selahattin’in oğlu Abidin İnan, Ahlat ve Adilcevaz kaymakamları ve bazı arkadaşları Süphan Dağı’na çıkmak istiyorlar. Araba ile dağın eteğine kadar geliyorlar. Orada Alikan Aşireti’nden 35-40 çadırlık bir zoma¹ konaklamaktadır. Kaymakamlar ve arkadaşları yine dağın eteğinde kurulmuş Örengazi köyünde mola verirler. Ve köyün muhtarını, göçebe aşiretin zomasına gönderirler. Kaymakamların arzusu dağın yukarısına doğru katırların sırtında tırmanmaktır. Muhtar zomaya vardığında çadırlarda hiçbir erkeği göremez. Orada kadınların yanına giderek kaymakamların geldiğini, dağa çıkmak için katır istediklerini, acele verilmesi gerektiğini bildirir. Kadın hiç oralı olmaz. ‘Biz katırlarımızı yalnız göç sırasında yüklerimizi taşımakta kullanırız. Başka zamanlar biz bile kullanmayız’ der. Muhtar üstelerse de kadın hiç aldırmaz. Daha sonra muhtar köye gelerek durumu kaymakamlara bildirir. Ondan sonra çadırlara otoritesi çok fazla olan, Şeyh Selahattin’in oğlu Abidin İnan gider. Şeyh Selahattin’in oğlu olduğunu, dağa çıkmak istediğini, üç-dört katıra ihtiyacı olduğunu, bildirir. Kadınlar yine oralı olmazlar. ‘Şeyhin değil Veyselkarani’nin oğlu olsan yine katırlarımızı vermeyiz’ derler.

(Bu olay 1965 Temmuz’unda Örengazi köyünde Muhtar Ahmet Ağa tarafından anlatıldı. Birkaç ay sonra aynı olay, olayın kahramanlarından Ahlat Kaymakamı Mecit Sönmez – olayın anlatıldığı sırada Erzincan Vali Muavini – tarafından da doğrulandı.)”

Kaynak: İsmail Beşikçi, Doğu’da Değişim ve Yapısal Sorunlar: Göçebe Alikan Aşireti, İsmail Beşikçi Vakfı Yayınları, 2014.
¹ Zoma: Göçebe kültüründe birkaç ailenin birlikteliğine verilen ad.

“Hecî Koç (Köstekli) köyünde doğdum. 59 yaşındayım. Çocuktuk, inekleri, keçileri otlatmaya dağ bayıra gidiyorduk. Biraz büyüyünce ev işlerini yapmaya başladık. Orakla ot biçmeye gidiyorduk. Tırpanla biçenler vardı, biz de artlarında toplayıp bağlıyorduk. Develere yükleyip eve getiriyorduk. Pirinç ekiyorduk, sırtlayıp taşıyorduk, harmanlayıp istifliyorduk, patoz yapıyorduk. Bütün o otları sarıp hayvanlar için getiriyorduk.

Büyükbaş hayvanlarla koyunlar için geven toplamaya gelirdik. Gece 12’de kalkar, annemiz bizim için deve yükü hazırlardı. Eyerini yükler, dizginlerini bağlar, yiyeceğimizi dâhil ederdi. Vadilere giderdik, dünya yeni yeni aydınlanmaya başlardı. Herkes ikişer gelirdi. Biri topluyordu, diğeri bağlıyordu. Bir kısmını bu tarafa, bir kısmını da diğer tarafa bırakıyorduk. Develerimizi ortada bir yerde dinlendiriyorduk, sonra yükleyip geliyorduk. Bir ay boyunca geceleyin geven götürüyorduk.

Doğrusu on iki yıldır çıkıyoruz bu yaylaya. Eskiden de geliyorduk ama, keçilerimiz vardı, şu aşağılardaydık. Şimdi koyunlarımız var, yani yerlerinin biraz uzak olması gerekiyor, rahat olmalı. Yukarılara çıkıyoruz. Etrafımız taşlık, sarptır.

Eskiden yaylaya develerle gelmeden hazırlıklarını yaparlardı, ip miplerini yenilerlerdi. Çadırları yırtıksa dikerlerdi. Evlerde hiçbir şey kalmazdı. Çok şey yoktu. Bütün yataklarını, zahirelerini hayvanlara yükleyip buraya getirirlerdi. Arkalarında hiçbir şey bırakmazlardı.”

Göçer Eyşan Karayün’le 2021’de Karacadağ’daki Xaniyê Sor yaylasında DKVD tarafından yapılan sözlü tarih kaydından. Görüşen: Hüsamettin Bahçe

59 yaşındaki göçer Eyşan Karayün, hem çocukluğundan hatırladığı, hem bugün hâlâ yaşadığı yayla hayatından bahsediyor. (Fotoğraf: Aylin Kızıl, 2021)
59 yaşındaki göçer Eyşan Karayün, hem çocukluğundan hatırladığı, hem bugün hâlâ yaşadığı yayla hayatından bahsediyor. (Fotoğraf: Aylin Kızıl, 2021)
Karacadağ’daki Xaniyê Sor yaylasında kadınlar genelde en çok iki tür peynir yapıyor: Eritme ve salamur. (Fotoğraf: Nevin Soyukaya, 2021)
Karacadağ’daki Xaniyê Sor yaylasında kadınlar genelde en çok iki tür peynir yapıyor: Eritme ve salamur. (Fotoğraf: Nevin Soyukaya, 2021)

“İnsanlar daha çok peynir yapıyor artık. Kimse eski alışkanlıklara kulak asmıyor. Şu an konfor var, kendilerini yormuyorlar. Eskiler kendilerini çok yorup çürütüyorlardı.

İki tür yapıyoruz peyniri. Hem eritme hem de salamur. Örneğin yayıkta kimse yapmıyor. Artık elektrikli olanlar icat edildi, benim gibi yaşlı biri olmasa kimse o tulumlarda yapmaz. Ben sevdiğim için yapıyorum. Bununla ayran yapıyorum. Kurut (kurutulmuş çökelek) da yapmıyorlar artık, halı dokuma, iğ de yapmıyorlar. Her şey için imkânlar doğdu, şu an insanlar hepsini satın alıyor. Eskiden torban olmasaydı örneğin, yapman gerekirdi.

Sabah güneş doğmadan önce uyanıyoruz. Şayet hayvanlarımız ahırdaysa salıyoruz. Çobanlar için kahvaltı hazırlıyoruz, yiyorlar, gidiyorlar. Biz de ev işlerine girişiyoruz. Bazıları bulaşıkları yıkıyor, bazıları ekmek pişiriyor. Bazıları suya gidiyor, herkes bir iş yapıyor.

Koyunlar gelmeden önce yemek yememiz gerekir. Bazen yemeği koyduğumuz gibi çobanların geldiğini görüyoruz. Hızlıca kuyuların başına geçip havuzlara su dolduruyoruz, onlara su veriyoruz. Orada biraz zaman geçirdikten sonra ancak yemeğimizi yiyoruz. Sonra süt sitillerimizi alıyoruz, sağıma gidiyoruz. Sütü getirip mayalıyoruz. Akşama kadar durmuyoruz.

Süt ürünleri bitene dek durmuyoruz. O zaman da hayvanlar dölsüzleşiyor, süt azalıyor, iş azalıyor. Sıkılıyoruz, bu iplerle miplerle uğraşıp can sıkıntımızı gideriyoruz. Sabah saatlerinde yakacak toplamaya gidiyoruz. Erkeklere de yardım ediyoruz, hayvanları sıraya koyuyoruz, havuzlara su dolduruyoruz. Erkeklere yardım etmeseydik, sadece bizimkiler olsaydı güzel olurdu. Benim işim, bu gelinin işi erkeklerden ağır. O komşu kadınımızın da. Ne yapıyorsun ki, diye bizimle tartışıyorlar bir de. Ben de dedim, binlerce iş yapıyorum, sen sadece kuzuları güdüyorsun. Diyor ki, yaptığın iş görünmüyor. Üstüne bir de bizimle çatışıyorlar.

Yaylaları seviyorum, terk etmem. Serinliğe alıştım. Halen bile eve gittiğimde uyuyamıyorum. Burada yaklaşık altı ay kalıyoruz. Orayı unutuyoruz. Burayı seviyorum ben, dağı, bayırı.”

Göçer Eyşan Karayün’le 2021’de Karacadağ’daki Xaniyê Sor yaylasında DKVD tarafından yapılan sözlü tarih kaydından. Görüşen: Hüsamettin Bahçe

“56 doğumluyum. Aslen buralıyız, Textê Rastlıyız. İzol aşiretidir bizimki. 1959’dan beri göçerlik yapıyoruz. Durmak bilmiyoruz. Hayvancılıktır, bilirsin. Karacadağ’a sürekli geliyoruz. Birkaç yıl Tîgme’ye gittik. Yaklaşık 25 yıl boyunca Şîlan’da kaldık. Şîlan, bu aşağıdaki vadide kalıyor.

Buraya Xaniyê Sor denir, çünkü eskiden buradan tarihî yol (eski kervan yolu) geçiyordu. Burada hanlar vardı. Yani kervanların konakladığı, durduğu yer. Hemen bizim çadırların arkasında. Babamlar görmüş hanı, ama biz göremedik.

Kışın köye gidiyoruz. Göçebelikten sıkılmadım, güzeldir. Burası hepten meradır. Yani herkes yaylaya geliyor, hayvanlarını otlatıyor, çadırlarını kuruyor. Herkesindir, burası benimdir gibi bir şey söz konusu değildir. Atalarımızdan beri göçebeyiz. Hepsi bu Karacadağ’a geliyorlardı. Şu an herkes bıraktı, bulunduğu yere yerleşmiş.

Eskiden develer vardı, atlar vardı, eşekler vardı. Ev eşyalarını yükleyip getirip buraya kurarlardı. Şimdi araba oldu tabii. Herkesin arabası var. Yaklaşık 200 tane koyunumuz var bizim. Tahminimce bu çevrede yaklaşık on bin tane koyun, iki bin tane büyükbaş hayvan var.

Geçimimiz hayvanlara bağlı. Hayvanlar yoksa biz de yokuz. Gençler İstanbul’a veya farklı yerlere çalışmaya gidiyorlar. İhtiyaçlarımız oluyor, bunlarla masraf karşılıyoruz. Biz de peynir ve yoğurt yapıp şehre gönderiyoruz. Herkesin belli bir dükkânı var verdiği. Para ile satıyoruz. Bakkal bizim için satıyor. Ya da dostlara veriyoruz, bize peynir ayırın diyorlar.

Sattıklarımız bize nasıl yetsin! Yetmiyor. O vakit koyun satıyoruz, kuzu satıyoruz. Bu şekilde geçimimizi sağlıyoruz. Yağ yapıyoruz, tereyağı. Bizden arta kalanı satıyoruz. Bizde çoban aileden. Dışarıdan getiren de var. Şartı, diyor ki aylığım şu kadar para olacak, öyle anlaşıyorlar.

Yaylada güçlük çok çekmiyoruz. Sadece bazen çok yağmur yağıyor, biraz bunalıyoruz. Hayvanların barınacağı yer yok. Zemin ıslanıyor, o oluyor, başka da bir şey yok. Eskiden de aynı böyleydi. Atalarımızdan beri. Atalarımız eskiden kıyafetlerini çeşme başına götürüp, gölcükler açar, orada yıkarlardı. Orada da yıkanırlardı. Şu an şeyler ortaya çıktı, çamaşır makineleri, köye gönderiyorlar. Güneş enerjisi var artık.

Eski çadırlar elle yapılırdı. Hakiki keçi yünü elle örülürse, dolansa da, kirkitlense de damlamaz. Fakat şimdikiler damlıyor. Eskiden kandiller vardı. Gazyağı vardı, lüküs vardı, başka da bir şey yoktu. Bazı insanların haberi bile yoktu, fukaraydılar. Ateş mateş yakıyorlardı, böylece aydınlanıyorlardı, ateşin önünde yemek yiyorlardı, oturuyorlardı. Soba bile yoktu. Hiçbir şey yoktu.”

Göçer Süleyman Karayün’le 2021’de Karacadağ’daki Xaniyê Sor yaylasında DKVD tarafından yapılan sözlü tarih kaydından. Görüşen: Hüsamettin Bahçe

Ataları gibi göçer olan Süleyman Karayün, günümüz şartlarında geçim zorluklarından bahsediyor. Ama her şeye rağmen göçebelikten sıkılmamış. (Fotoğraf: Aylin Kızıl, 2021)
Ataları gibi göçer olan Süleyman Karayün, günümüz şartlarında geçim zorluklarından bahsediyor. Ama her şeye rağmen göçebelikten sıkılmamış. (Fotoğraf: Aylin Kızıl, 2021)

Eyşan Karayün ve Süleyman Karayün ile yapılan sözlü tarih kayıtları Kürtçeden Türkçeye Ekrem Yıldız tarafından çevrildi.

 


 

KAYNAKÇA

1927 Tarım Sayımı, Devlet İstatistik Enstitüsü Matbaası, Ankara, 1970.
• Akça, N. ve Bakır G. (2017) “Karacadağ Zom Koyununun Süt Bileşimi”, Dicle Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi, 10(1):19-23.
• Barıtcı, İ., Adıgüzel, C. ve Kanat, M. (2017) “Diyarbakır ilinde ipekböceği yetiştiriciliğinin genel durumu”, Dicle Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 6(2): 77-82.
• Bekleyen, A. (2007) “Diyarbakır Kırsalında Güvercin Evleri: Boranhaneler, Karaçalı (Tilalo) Köyü”, Trakya Üniversitesi Journal of Science, 8(2): 99-107.
Coğrafi İşaretler ve Geleneksel Ürün Adları Başvuru Kılavuzu, Türkiye Patent Enstitüsü, 2019.
• Denli, M., Demirel, R. ve Sessiz, A. (2016) “Diyarbakır İli Hayvansal Üretime Dayalı Gıda Sanayisinin Durumu”, Iğdır Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 6(1): 133-141.
Diyarbakır İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü 2016 Brifing Raporları, 2016.
• Kumaş, N. (2021) “Cumhuriyet Döneminin İlk Yıllarında (1925-1929) Van İlinde Tarım ve Hayvancılık İstatistiklerinin Analizi”, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Van Özel Sayısı: 239-262.
• Kuş, A. (2019) “Amerikalı Misyoner Southgate’in Tanzimat Öncesinde Diyarbakır’a Dair Bazı Gözlemleri”, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 22: 295-305.
Osmanlı Dönemi Tarım İstatistikleri 1909, 1913 ve 1914, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, Ankara, 1997.
• Öğüt, T. ve Çadırcı, Ç. (2013) “Cumhuriyet Dönemine Geçiş Sürecinde Diyarbakır’da İktisadi-Mali ve Sosyal Yapı”, Akademik Bakış, 7(13): 141-170.
• Quataert, D. (1999) Osmanlı İmalat Sektörü, (çev.) Tansel Güney, İletişim Yayınları, İstanbul: 74.
• Saygılı, D., Demirci, H. ve Samav, U. (2020) “Coğrafi İşaretli Türkiye Peynirleri”, Aydın Gastronomy, 4(1): 11-21.
• Tuncer, O. C. (2001) “Diyarbakır Kenti Kimliği”, I. Bütün Yönleriyle Diyarbakır Sempozyumu (27-28 Ekim 2000), Diyarbakır Tanıtma, Kültür ve Yardımlaşma Vakfı, Ankara: 164-175.
• Yılmaz, O., Savaş, T. ve Ertuğrul, M. (2012) “Batman, Diyarbakır, Mardin Ve Şanlıurfa İllerinde Güvercin Yetiştiriciliği Kültürü, Kimi Sorunlar Ve Çözüm Önerileri”, Harran Tarım ve Gıda Bilimleri Dergisi, 16(1): 49-53.

“BUĞDAYIN TÜRKÜSÜ”NÜN<br>BAŞLADIĞI TOPRAKLAR
SONRAKİ BÖLÜM
“BUĞDAYIN TÜRKÜSÜ”NÜN
BAŞLADIĞI TOPRAKLAR