Qırıxlar, deliler, akıl sağlığını yitirip de “erenler”, deliden “veli”ye dönenler… İsimlerini hiçbir tarih kitabı anmasa dahi, onları var eden nedenlerle, bıraktıkları izlerle hepsi Diyarbakır kent kimliğinin bir parçası oldular.
Yazar Şeyhmus Közgün önce, akla ilk gelen anlamıyla kabadayıdan farklı olan qırıxları, onlarla oluşan qırıx kültürünü anlattı. Sonra da kentin unutulmayan “delilerinden”, varlıklarında keramet bulunan “velilerinden” bir seçki yaptı.
Diyarbakır mahalle kültürü dendiğinde akla sokaklar ve köşebaşları gelir. Sokaklar ve köşebaşları “qırıxlar” için sınırı çizili bölgeleri anımsatır. Kimdir qırıxlar? Bazıları onları “keko” (ağabey), bazıları “gedê bajêr” (şehir çocuğu) olarak anar.
Eski Diyarbakır’da cesur, zayıfın ve yoksulun yanında olan, mahalleliye sözünü geçiren kişilere farklı gözle bakılırdı. Kimseden çekinmeyen, yeri geldiğinde belanın her türlüsüne “eyvallah” diyen bu “kabadayılar” mahalleli tarafından sevilip sayılırdı. Onların “raconu”, sokakları efendice kolaçan etmek, kimseye yanlış yapmamak, kadınlara saygıda kusur etmemekti. Sanki konuşmaları, yürüyüşleri, duruşları farklıydı onların. Yaradılışları asiydi, göz altından süzüp “Hayırdır?” diye soran gözlerle bakarlardı etrafa.
Kabadayı, külhanbeyi, qırıx… Hepsi birbirini çağrıştırıyorsa da qırıxlar ve etraflarında oluşan kültür ancak nüanslarla anlaşılabilir. Diyarbakırlılar nezdinde onları şehir zorbalarından ayıran, öncelikle yaşadıkları tarihî, sosyal, kültürel havayı okuyan, göçten siyasi baskılara, ekonomik zorluklardan çatışmalara bir biçimde duyarlılık geliştirmiş kişiler olmalarıydı. Tüm bu koşulların yarattığı ortamda qırıxlar, kollayan, yerine göre güven veren, yerine göre adaleti sağlayan figürler olarak ortaya çıkıyordu.
Bir qırıx, mahalleli uyurken bekçi edasında dolanabilir, düğünlerde başköşede oturabilir. Bazen husumetlerde aracı olurlar, bazen de birilerini bizzat “cezalandırırlar”. Türlü nedenden qırıxların yolları hukuk sistemiyle de kesişir bu yüzden.
Lakaplar kişiye hastır, çünkü her lakap bilek gücüyle kazanılmış ya da birileri tarafından bir nedenden ötürü yakıştırılmıştır. Cenneh (Sopa), Sator (Satır), Bozo (Sarışın), Kınê (Kısa), Aluce (Erik), Eqrep (Akrep)… Lakaplar mühimdir.
Selax Sait
Bu önemli şahsiyetlerden biri olan Selax¹ Sait, 1880’li yıllarda Diyarbakır’da doğdu. Namlı bir kabadayı olmadan önce gerçekten salhanede (mezbaha) çalışıyordu.
Halk tarafından sevilen, sayılan biriydi. Çünkü gerilim yaratan bazı hadiselerde devreye girer, kavgaların büyümesini önlerdi. Yoksullara sahip çıkardı. Hatta qırıxlar konusuna en fazla odaklanan kişilerden olan Mustafa Gazi kitabında, Selax Sait’in zenginlere mektuplar yazıp yoksullara dağıtmak için altın talep ettiğinden bahsediyor, kendisini zenginlerin korkulu rüyası olarak tarif ediyor.
Selax Sait’in başı hem sistemle hem başkalarıyla beladaydı. Gazi, uzun zaman firari olan kabadayının güvenlik güçleri tarafından yakalandığında On Gözlü Köprü’den sallandırılarak boğulduğunu yazıyor. Öldürülmeden evvel arkadaşlarına bir de şiir bırakmış.
Çadır kurdum düzlere
Tiken oldum gözlere
Arkadaşlar ben gidiyem
Diyarbekir kalsın sizlere.
¹ Selax: Hayvan kesim işi yapan.
Yahudi Yunus
Yazar Mıgırdiç Margosyan kabadayılığın ayrımını yapar. Hayat gailesi içinde geçinmeye çabalayan insanlara musallat olup bundan çıkar sağlayanları vardır; bir de o insanların yanında olup, yeri geldiğinde bunu yapan kabadayılarla karşı karşıya gelmeyi tercih edenler… Yahudi Yunus, Margosyan’a göre bu ikincilerdendir. Etkileyiciliği giyiminden kuşamından, yakışıklılığından ya da iyi dövüşmesinden gelmez. Cesareti ve kimin yanında durduğu önemlidir.
1948 yılında İsrail Devleti’nin kurulmasıyla Diyarbakır’ın Yahudi Mahallesi boşalmaya başlamıştı. Evler yok pahasına satılıyor, uzun bir yolculuk için hazırlıklar yapılıyordu. Tanıklık ettiği o günleri anlatırken iki istisnadan söz ediyor Margosyan. Giden Yahudi ailelere katılamayanlardan biri Yahudi Yunus’tur. Hatta tam o dönemde bir pusuda öldürülmesinin Yahudilerin şehri terk edişini hızlandırdığı söylenir. Bu göç sürecinde kentten ayrılamayan diğer istisna Ferho’ya da “deliler” bahsinde sıra gelecek.
Kürdo Meheme
Kürdo Meheme (Kürt Mehmet), gerçek ismiyle Mehmet Altın 1940’lı yılların ortasında Diyarbakır merkeze bağlı Hacidel köyünde dünyaya geldi. Çoğunlukla takım elbise ve gömlek ile gezer, şalvarını arada giyerdi. Kavgada kimse bileğini bükemezdi; böyle pek çok olay yaşanmıştı. Buna rağmen “beyefendiliği” herkes tarafından takdir edilen bir kabadayıydı. Zulmedenlere karşı tavrı netti.
Kürdo Meheme, Türkiye’nin farklı cezaevlerinde uzun zaman geçirdi. Cezaevi firarları da mevcut. Dosyasında yazdığı şekliyle bu “azılı mahkûm” kabadayılığını içeride de sürdürdüğünden, rivayet şu, oraya nakledilmesin diye cezaevi yönetimleri dua edermiş.
Cenneh Qado
Cenneh¹ Qado, 1938 yılında Diyarbakır’ın Saraykapı semtinde, Arbedaş’ta dünyaya geldi. Kavga esnasında “cenneh” kullanmadaki mahareti dolayısıyla bu lakabı almıştı.
Her daim takım elbise ve ipek gömlekle gezen Qado, genelde Kürtçe konuşurdu. Mertliği ve korkusuzluğuyla tanındığı için insanlar hem çekinir hem saygı duyardı. Cenneh Qado’nun yaşadığı mahallede hırsızlık, gasp, taciz gibi olayların yaşanmadığı söylenirdi. Herkese kol kanat germesiyle, mahallenin huzurunu kaçıranlarla kavgaya tutuşmasıyla meşhurdu. Dövdüğü adamı tedavi edecek kadar da merhametli olduğu söylenirdi.
¹ Cenneh: Bir tür dövüş sopası.
Özellikle mahalle kültürünü unutmamış, hümanist değerleri korumak isteyen Diyarbakırlılar için “delilerin” yeri de ayrı oldu. “Deliye karışmak”, akıl sağlığını çeşitli nedenlerden dolayı yitirmiş olmak, toplumla bağın koparılması anlamına gelmezdi, bilakis bu insanlara hassasiyetle yaklaşılırdı. Kimseye zararı olmadan kentin sokaklarını arşınlayan delilerle iletişim koparılmaz, yeme, içme, barınma, giyinme gibi ihtiyaçları kollanırdı. Hal ve hareketleri kimi zaman “normal” kabul edilenden farklı olsa da dışlanmaz, gerekirse uyarılırlardı. Bu büyük oranda bugün de geçerli.
Hatta bazı deliler, sanki hakikatin sırrına ererler, onlar “veli”ye döner. Sözlerinde keramet bulunur, belli konularda özellikle dinlenirler. Kimileri velilerin gözleriyle kötülüğü kovduğuna inanır, kimi yoksulların aşına bereket kattığına. Velilerden birini rüyasında görünce derdinden kurtulacağına inanan vardır. Veli birine iyilik etmek, onun duasını almak önemlidir.
Alişan
Bu simaların en tanımışlarından Alişan, 1953 yılında Derik’te doğdu. Kışın uzun bir elbise, uzun kadın donlarından, kazak, ceket, cizlavit ayakkabı ya da çizme giyerdi. Yazın ise sadece fistanla gezerdi. Otobüslere bindiğinde şoförler kendisinden para almaz, istediği yere bırakırlardı. Diyarbakırlıların keramet sahibi dediği kişilerinden biriydi. Kimi onu Kabe’de gördüğünü, kimi rüyada onunla konuştuğunu söylerdi. Ona karşı sevgide saygıda kusur etmemek önemliydi. Ailesinde, Diyarbakırlıların yine yakından tanıdığı başka “deliler” de vardı.
Alişan, cami avlularında gezerken musalla taşına bırakılan tabutlara bakar, bazı ölülere ağlar, bazılarına kızar, hatta tükürürdü. Kendisi öldüğünde onu ebediyete uğurlayanların ne kadar kalabalık olduğu halen anlatılır. Mezar taşında “Diyarbakırımızın Delisi, Diyarbakırımızın Velisi” yazar ve günlük sohbetlerde adının anıldığı çok olur. Başından gerçekten geçen olayların yanında, adına abartı dolu hikâyeler türetildiği de bir gerçek.
Çolo Meheme
Diyarbakırlı Çolo Meheme, 1920’li yılların ortalarında doğdu. Ailesi vardı ama onlardan sıkıldığında kendini kentin sokaklarına bırakırdı. Cinlerle konuştuğunu, onlar yüzünden evi terk ettiğini söylerdi.
Çolo Meheme’nin giyim kuşam konusunda kendine has bir çizgisi vardı; yaz mevsiminde dahi boğazlı kazak giyip üzerine kravat takabilirdi. Onu seven sayan insanlarla mutlu olurdu. Çocuklar ara ara takılıp onu kızdırdığında öfkeyle karşılık verirdi ama daha çok iyi niyetli haliyle, gülen yüzüyle tanınırdı. Hatta neşesiyle girdiği ortamı şenlendirirdi. Siyaset onun için önemli bir konuydu. Bazen bir siyasetçi gibi, bazen ünlü bir siyasetçinin yakını gibi konuşurdu. Ecevit favorilerindendi. Dinî inancı da güçlü olan biriydi.
Çolo Meheme, bir çıbanla başlayarak tüm vücuduna yayılan hastalıkla uzun süre mücadele etti. Üç-dört ay yatalak kaldıktan sonra bazılarına göre 1999’da, bazılarına göre 2000 yılında hayatını kaybetti.
Kulplu Mehemed
Kulplu Mehemed (Sofî Mehemede Kanikî) Diyarbakır’ın Kulp ilçesine bağlı Kanik (Kanika, İnkaya) köyünde dünyaya geldi. İri yarı, güçlü kuvvetli ve sevecen biriydi. Sürekli şalvar giyer, uzun paltosunu yaz-kış çıkarmazdı. Elindeki uzun sopayı bir asa gibi taşır, dükkânların kapılarına, kepenklerine teker vurarak kendince esnafı selamlardı.
Keramet sahibi biri olarak görülür sevilirdi. Genelde Kürtçeyi ve mizahi bir dili tercih ettiği konuşmalarını çevredekiler keyifle dinlerdi. Biriyle arası bozulmuşsa, onunla barışana kadar kendisine yapılanı aklından çıkarmazdı. Kimsenin statüsüne, parasına puluna bakmaz, ağzına gelen neyse çekinmeden söylerdi.
Deli Ferho
Diyarbakırlı Yahudilerden Deli Ferho’nun (Ferhe) evi Hançepek’teydi. 1948’ten sonra, zaten yüzyıl başından beri sayıları iyice azalmış Yahudi ailelerin çoğu İsrail’e göç ederken, kimsenin bilmediği bir nedenle o kalmıştı. Dökülen diller kâr etmemiş, o Diyarbakır’ı bırakmak istememişti.
Ferho, kimseye zararı dokunmayan, hassas bir kadındı. Sıska haliyle bütün gün küçeleri gezer, arada kahkahalar atarak sadece kendisinin anladığı tekerlemeler söylerdi. Kentte neredeyse tek Yahudi olarak kaldığında kendine yeni bir de isim bulmuştu: Selma. Margosyan, eski Yahudi Mahallesi, Kore Mahallesi’ne dönerken Ferho’nun Selma Ğhanım (hanım) olarak yeni hayatında falcılığa başladığını, şehrin sokaklarını, evlerini, hamamlarını bir de falcı olarak gezdiğini yazıyor.
Deli Ayno
Arap kökenli olan Deli Ayno (Eyno) 1910’lu yıllarda Urfa’da dünyaya geldi. Diyarbakır’da tanınan, değer verilen biriydi. Ama şehre nasıl, ne zaman geldiğini bilen yoktu.
Ayno, sokaklar ister sakin ister kalabalık olsun, dünyaya aldırış etmeden kimsenin bilmediği hedefine yürürdü. Akıl sağlığını yitirmediği dönemlerde evli ve bir çocuk sahibi olduğu, kocasının “deliye karıştıktan” sonra boşanmak istediği bilinirdi. Ailesiyle birlikte evini de kaybeden Ayno, sokaklarda yaşadı, ihtiyaçlarını yıllarca onu kollayanlar giderdi. Bir vakit Urfa’ya döndü ve hayatını da doğduğu şehirde kaybetti.
Deli Selim
Deli Selim, 1920’lerde Diyarbakır’ın Çınar ilçesine bağlı bir köyde dünyaya geldi. “Deliliğinin” ardında gençlik yıllarına dayanan bir aşk hikâyesi vardı. Âşık olduğu amcasının kızını, başkasıyla evlendirilmek üzereyken kaçırmaya yeltenince başından ağır hasar alacağı şekilde dayak yemişti. Hali vakti yerinde olan ailesinden ayrılıp kendini kentin sokaklarına vurması böyle olmuştu; yıllar içinde “deliliğinin” dozu da arttı.
Buz gibi soğuk günlerde bile yırtık bir şalvar ve ince bir kazakla dolaşan Selim’in hiçbir şeyi dert etmeden yürüyüşü, soğuğa karşı bu direnci onu bir kez görenlerin unutamadığı bir ayrıntıydı. Bazen bir taşın üzerine oturur, saatlerini orada geçirirdi. Yiyecek, içecek gibi ihtiyaçları kentlilerin hoşgörüsüyle karşılanırdı. Sadaka kabul etmezdi. Saçı sakalı birbirine karışmış yüzünde hep bir mahmurluk, ama bir de gururlu bir hal vardı. Bakışlarında tuhaf bir çekim gücü olduğu söylenirdi.
Deli Yaşo
Deli Yaşo, 1970’li yıllarda Diyarbakır’da doğdu. Yaşadığı kötü bir olay sonucunda aklını yitirdiği söylenir ama bunun ne olduğu tam olarak bilinmezdi. Dağınık elbiseleriyle, koca adımlarını ata ata sokakları gezerdi.
Onun özellikle sokak köpekleriyle kurduğu ilişki Diyarbakırlılarda hayranlık uyandırırdı. Bir değil, bir küçük sürü kadar köpeği sus pus edip peşine takmayı severdi. Aynı zamanda civciv beslediği, zaten az olan yiyeceğini civcivleriyle paylaştığını görenler vardı. Ancak birileri üzerine gidip kızdırınca sinirlenir, eline geçirdiği taşları onlara atardı. Deli Yaşo, yaşadığı yıllarda hep kentin merkezinde dolandığından seveni, kollayanı çoktu.
Metin: Şeyhmus Közgün
KAYNAKÇA
• Gazi, M. (2013) Diyarbakır Kabadayıları Delileri ve Pışo Meheme, Lîs Yayınevi.
• Közgün, Ş. (2007) Sisler Korkular, Lîs Yayınevi.
• Margosyan M. (2018) Fıllaname, Aras Yayıncılık.
2022’nin Ağustos ayında Abdulkadir Ayus ile uzun bir görüşme yapıldı. Ahmet Can, Ramazan Pekyaman, Mehmet İrem, Selahattin Çiçek, Hamit Cansever ise bu bölümün çerçevesine dair katkıda bulundular.
SANATLA DOKUNUP GEÇENLER