Ara

Diyarbakır’ın toplumsal ve kültürel hayatından konuşurken inançlar, etnik kimlikler, diller bakımından çeşitlilik, sanki şehrin tarihinin derinliklerinde kalmış bir niteliği gibi belirebiliyor. Antropolog Suavi Aydın, bu kozmopolitizmin derinliğini tarihselliği içinde ele alarak başlıyor bu sergiye. Aydın, ilkçağlara uzanan birikimini 20. yüzyıl başına kadar koruyabilen, bu anlamda Halep’e, 18. yüzyıl Ankara’sına, 19. yüzyıl sonlarının İzmir’ine benzettiği bu kente mahsus “Diyarbekirlilik”in köklerine iniyor. Buradan sonra da Diyarbekir’den Diyarbakır’a, yüzyıllardır yan yana duran, birbirini ezmemiş ama karışmış, birbirini beslemiş doğum ve ölüm ritüellerine, müziklere, yemeklere, düğün geleneklerine bakacağız. Geçmişte kalan hamam kültürüne ve kıraathanelerden meyhanelere kentte eğlence hayatının serüvenine odaklanacağız.

4. yüzyılda inşa edildiği düşünülen Diyarbakır surları kentin zenginliğinin ve stratejik öneminin tarihî niteliğini ortaya koyuyor. Urfakapı’nın bu fotoğrafı 1928’de resim öğretmeni Süleyman Sezgin tarafından çekilmiş.
4. yüzyılda inşa edildiği düşünülen Diyarbakır surları kentin zenginliğinin ve stratejik öneminin tarihî niteliğini ortaya koyuyor. Urfakapı’nın bu fotoğrafı 1928’de resim öğretmeni Süleyman Sezgin tarafından çekilmiş.

Bugünkü Diyarbakır algısı, buranın bir “Kürt şehri” olduğuna dair neredeyse mutlak bir kesinliğe sahip. Oysa Diyarbekir, geniş bir Kürt coğrafyasının ortasında bulunmasına karşılık, pek çok Küçük Asya ve Mezopotamya şehri gibi çok eski zamanlardan beri birikmiş, derinliği olan bir kozmopolitizmin merkezi. Assur devrinden beri bildiğimiz Amida (Diyarbekir), tıpkı Aleppo (Halep), Ninive (Musul) ve Babil (Bağdat) gibi Yukarı Mezopotamya’nın siyasi, ekonomik ve kültürel merkezlerinden biriydi. Kafkasya’dan Doğu Akdeniz’e, İran’dan Anadolu’ya ve Karadeniz kıyılarından Basra Körfezi’ne uzanan yolların kesiştiği ultra-stratejik bir noktada, daha İÖ 2. binyılın sonlarından itibaren bir kuzey Assur başkenti olarak beliren şehir, buradan geçen tüccarların, çevredeki Küçük Asya ve Mezopotamya, hatta İran halklarının cazibe merkezi haline gelmişti.

Tunç Çağı’ndan itibaren biriktirmeye başladığı zenginlik ve çeşitlilik, kendine özgü bir yüksek kültürün de temeli oldu. Bu zenginliğin ve şehrin giderek artan öneminin en açık göstergesi 4. yüzyılda inşa edildiği düşünülen ve “dünyanın ikinci uzun sur yapısı” olarak tescillenen Diyarbekir surları. Batıdan doğuya, Mezopotamya ve İran’ı fethetmeye girişen Romalılar/Doğu Romalılar, tersi yönde ise Küçük Asya’yı, Ege ve Doğu Akdeniz dünyasını fethetmeye girişen Persler/Sasaniler burayı ana üsleri haline getirdi. Romalıların Mezopotamya Eyaleti’nin başkenti burasıydı. Hedeflerine tam olarak varamayan her iki güç de, Doğu ve Batı dünyası arasında uzun zaman sınır hattı haline gelecek Dicle Nehri üzerinde, bu büyük şehri tahkim etmeye ve geliştirmeye devam ettiler. İki büyük güç arasında sıkça el değiştirmesine koşut olarak, Roma ve Sasani etkisi altındaki halklardan Amida’nın Pagan nüfusuna katılanlar oldu. Güneyde Nusaybin’in, sonra da Dara’nın kaderiyle Amida’nınki bu bakımdan birbirine çok benziyordu. Bu iki şehir yoğun çatışma ortamında çöktü ama Amida ayakta kaldı.

Orlando Carlo Calumeno koleksiyonundan olan 1918 tarihli bu fotoğrafta Meryem Ana Kilisesi’nin çan kulesi görülüyor. Arkada ise bugüne ulaşamayan Mar Kozma Kilisesi var.
Orlando Carlo Calumeno koleksiyonundan olan 1918 tarihli bu fotoğrafta Meryem Ana Kilisesi’nin çan kulesi görülüyor. Arkada ise bugüne ulaşamayan Mar Kozma Kilisesi var.

Roma’nın Hıristiyanlaşması, bu bölgede yaşayan kadim halkların da Hıristiyanlaşarak bugünkü kimlikleriyle ortaya çıkmalarına yol açtı. Yukarı Mezopotamya’nın Ermeni ve Süryani halkları, hatta bir kısım Araplar, Pagan geçmişlerinden koparak hızla kilise etrafında örgütlenip siyasallaştılar. Ayakta kalan Diyarbekir bu gelişmenin bölgesel merkezlerinden biri oldu. Her iki milletin kilisesi, emperyal kiliseden ayrışınca kimlikleri daha da vurgulu ve rekabetçi hâle geldi. Öte yandan 4. yüzyılın sonlarındaki Roma-Sasani barışı Sasani Irak’ı ve İran’ında yaşayan pek çok Hıristiyanın Diyarbekir’e göç etmesine neden oldu. Bunların arasında, çoğunluğu Asurî olmak üzere, Ermeniler, Hıristiyan Araplar, Hıristiyan Farslar, hatta Hıristiyan Kürtler de vardı. Bu yüzden Mor Toma Kilisesi olarak bilinen ve şimdiki Ulu Cami’nin temellerinde bulunan kilise, muhtemelen bölgenin en büyük kilisesi olarak inşa edilmişti. Daha 4. yüzyıldan itibaren farklı etnik gruplara mensup Hıristiyanlar, bölgenin en büyük ve örgütlü kiliseye sahip cemaatleri olan Ermeni ve Süryaniler içinde eridiler, tâ ki Kadim Süryanilerin içinden Nasturi ve Keldani cemaatleri çıkana kadar.

Keçi Burcu, izleri birçok anlamda bugüne kadar takip edilebilen Mervanîler zamanında inşa edilmişti. (Fotoğraf: DTSO arşivi)
Keçi Burcu, izleri birçok anlamda bugüne kadar takip edilebilen Mervanîler zamanında inşa edilmişti. (Fotoğraf: DTSO arşivi)

7. yüzyılda Müslüman Araplar şehri fethedip Doğu Romalıları bölgeden süpürdükten sonra, Arap himayesinde yaşamaya başlayan bu cemaatler ile giderek artan Müslüman Arap nüfus arasında bir denge oluştu. Araplar başka Müslüman halkları da buraya çektiler. Şehrin bugünkü adını ödünç veren Bekr ve sonra da Şeybanî, Hamdanî ve Büveyhî Arapları, zaman zaman Abbasilerin vassalı olsalar da Ön-Kafkasya’ya ve Torosların ötesine kadar uzanan bölgeyi buradan idare ettiler. Mervanîler zamanında şehirde Kürtlerin ağırlığı daha yoğun görülmeye başladı. Arap etkisi altında Kürtlerin İslamlaşması da hızlanmış, özellikle Mervanîler zamanında şehir dört itikadî mezhebin önemli fakihlerinin toplandığı ve çevredeki Kürtleri etkileyerek İslam’a devşirdiği bir merkez haline gelmişti.

Dört Ayaklı Minare, Akkoyunlu döneminden bugüne ulaşan az sayıdaki eserden biri. Şeyh Mutahhar Camii’nin dört sütun üzerinde yükselen bu kare planlı minaresi, mimari özgünlüğünün yanı sıra, şehir için birçok açıdan büyük anlam taşıyor.
Dört Ayaklı Minare, Akkoyunlu döneminden bugüne ulaşan az sayıdaki eserden biri. Şeyh Mutahhar Camii’nin dört sütun üzerinde yükselen bu kare planlı minaresi, mimari özgünlüğünün yanı sıra, şehir için birçok açıdan büyük anlam taşıyor.

11. yüzyılda Küçük Asya’ya yönelen Türkmen akınları Diyarbekir’i de etkiledi. Ancak Diyarbekir hemen Türkmen kontrolüne girmedi. 13. yüzyıldan itibaren Türkmenlerin şehri kesinlikle ele geçirişine ve yönetici Türk aileleri ile onları çevreleyen bir Türkmen varlığına şahit olmaya başlıyoruz. Ancak aynı yüzyıl içinde Selahaddin Eyyubî’nin şehri ele geçirmesi Kürt beylerinin kısa süreli de olsa şehirde iktidarı sahiplenmesine yol açtı. Ardından Artuklu, Akkoyunlu ve Safevî dönemlerinde şehir Türkmen etkisine daha açık hale geldi. Bazı Türkmen soyluları bu şehirde yaşadı ve izler bıraktı.

13. yüzyılda Moğollar, 15. yüzyılda Timurlular bölgeyi tamamen kontrol etseler de şehir yönetimine ve eşrafın arasına karışmadılar. Moğol devrinde şehir içinde Artuklu, Timurlu devrinde de Akkoyunlu hükmü devam etti. O aralıkta pek çok hane kıtlık, kuraklık ve yağmalar yüzünden köylerden göç etmek zorunda kalınca, şehirdeki Kürt ve Ermeni nüfusu da arttı.

Osmanlı devri geldiğinde şehirde kadim Türkmen eşrafı, Eyyubî ve Arap hakimiyetinden kalma aileler vardı. Şehrin emekçi nüfusu ise ağırlıklı olarak Kürt ve Ermeni idi. Kürtler içinde, az sayıda da olsa şüphesiz Yezidi haneler vardı. Yezidilerin Sünni İslam’a devşirilmesi kolay oldu. Biraz daha küçük cemaatler halinde Süryani ve Arap, daha az olmak üzere Nasturi, Yahudi ve Rum Ortodoks nüfus mevcuttu. 16. yüzyıl defterlerinde şehirde Şemsîlerin olduğuna dair emareler de var, ancak Şemsî nüfusun izi çok çabuk kayboluyor.

Oran dalgalansa da Diyarbakır’da Müslüman olmayanların sayısı 19. yüzyıla kadar Müslümanlardan fazlaydı. Hıristiyan nüfus 26 kilise cemaati halinde örgütlenmişti. Fotoğrafta görünense İçkale’deki Saint George Kilisesi.
Oran dalgalansa da Diyarbakır’da Müslüman olmayanların sayısı 19. yüzyıla kadar Müslümanlardan fazlaydı. Hıristiyan nüfus 26 kilise cemaati halinde örgütlenmişti. Fotoğrafta görünense İçkale’deki Saint George Kilisesi.

Arada dalgalanmalar olsa da Diyarbekir’de Müslüman ve gayrimüslim nüfus oranı, hemen hemen birbirine eşit seyretti. Ancak 16. yüzyılın sonuna doğru şehirdeki Hıristiyan nüfus ikiye katlandı ve çoğunluğu teşkil eder hâle geldi. Bunun nedeni doğudaki kasaba ve köylerden gelen göçmenlerdi. Hıristiyan nüfus 26 kilise cemaati halinde örgütlenmişti. Bu cemaatler arasında ağırlıklı olarak Ermeni Ortodoks ve Süryani Kadimler, ayrıca Rum Ortodoks ve Nasturiler de vardı. Şehrin Yahudileri ise garip bir biçimde bir ara Nasturi kilisesine kaydedilmişti. Şehir Osmanlıların eline geçtikten sonra, onlar tarafından şehre gönderilen Arnavut ve Kafkasyalı yöneticiler ve yeniçeriler de şehrin eşraf aileleri haline geldiler. Bu aileler zamanla, tıpkı şehir Araplarının bir kısmı gibi, ya Türkleştiler ya da Kürtleştiler.

Diyarbekir, her ne kadar şehirde veya köylerinde yaşamak gibi bir pratiği olmasa da aynı zamanda konar-göçer Kürt aşiretlerinin en önemli pazar yeriydi. Hayvansal ürünleri genellikle burada pazara arz eder, ihtiyaçlarını da buradan temin ederlerdi.

Osmanlı İmparatorluğu’nda batılılaşma süreci Diyarbakır’ın entelektüel havasına yansıdı. Ancak aynı esnada kent, merkezî hükümetin taşrada artırdığı baskıdan da nasibini alıyordu. Fotoğrafta ilk “Diyarbakır hatırası” çekimlerinden biri görülüyor. (DİTAV arşivi)
Osmanlı İmparatorluğu’nda batılılaşma süreci Diyarbakır’ın entelektüel havasına yansıdı. Ancak aynı esnada kent, merkezî hükümetin taşrada artırdığı baskıdan da nasibini alıyordu. Fotoğrafta ilk “Diyarbakır hatırası” çekimlerinden biri görülüyor. (DİTAV arşivi)

19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu batıyla entegre hale gelerek batılılaşma sürecine girdiğinde, bunun doğudaki merkezi yine Diyarbekir oldu. Tanzimat reformlarıyla merkezî hükûmetin bütün taşra üzerinde hakimiyet kurma çabasının doğudaki üslerinden biri de, Erzincan ve Elaziz’le birlikte Diyarbekir’di. Daha önce Kürdistan Eyâleti’nin merkezi olan Diyarbekir, ıslahatla birlikte kendi adıyla kurulan geniş vilâyetin merkezi oldu. Bu vilâyet, Siirt’e kadar bütün Yukarı Dicle havzasını, ayrıca Mardin ve Siverek’i de içine alıyordu. Bu aynı zamanda, Diyarbekir’i geniş bir bölgenin entelektüel ve kültürel merkezi haline getirdi. Batıya öncelikle açılan Diyarbekir üzerinden, bütün bu bölge batıdan gelen mal ve fikirlerin etkisi altına girdi. Böylelikle şehir yeni kimlik ve aidiyet formlarının yükselişine tanık oldu.

O arada misyonerlerin etkisiyle 19. yüzyılın ikinci yarısında, Ermeni Protestan ve Katolik, Süryani Protestan ve Katolik cemaatleri toplumsal hayatta önemli roller üstlenecek seviyede şehrin kültürel ve dinsel çeşitliliğinin parçası oldu. 19. yüzyılın sonlarında da Diyarbekir’deki Müslüman-gayrimüslim nüfus dengesi değişmemiş, 16. yüzyılın ikinci yarısındaki yapısını koruyarak şehir nüfusunda eşit oranlara sahip seyretmişti.

Öte yandan İstanbul’un ve Avrupa’nın entelektüel havasının kısa zamanda Diyarbekir’e ulaşarak bütün cemaatlerin önde gelen figürlerini içinde barındıran yerel entelijansiyayı etkilemesi de artık kolaylaşmıştı. 19. yüzyılda bilhassa Milli İbrahim Paşa’nın Diyarbekir çevresine yönelik akınları yüzünden Diyarbekir yakın Zaza köylerinden yoğun göç aldı ve Kürt nüfus içinde Zazaların ağırlığı artmaya başladı. Misyonerler, tüccarlar ve konsoloslar da bu çeşitliliğin bir parçası olan küçük Avrupalı topluluklar olarak, şehirde çoktan yerlerini almıştı. Özellikle Kapuçen nüfuzundan istifade eden Fransız tüccarlar bu grupta ağırlığı teşkil ediyordu. Tüccar topluluğu içinde İranlılar ve Araplar da vardı.

Sözün özü, Diyarbekir daha 19. yüzyılda, ilkçağlardan beri gelen birikimin üzerine yükselen kozmopolit bir metropoldü. Bu haliyle daha çok Halep’e, 18. yüzyıl Ankara’sına ve 19. yüzyıl sonlarının İzmir’ine benziyordu.

Kentin kozmopolit yapısının doğurduğu, “Diyarbekirlilik” şeklinde kendini gösteren özgün şehirlilik halinin en güçlü var olduğu yerlerden biri Gâvur Mahallesi’ydi. Fotoğraf 1960’lı yıllardan. (Metin Sözen arşivi)
Kentin kozmopolit yapısının doğurduğu, “Diyarbekirlilik” şeklinde kendini gösteren özgün şehirlilik halinin en güçlü var olduğu yerlerden biri Gâvur Mahallesi’ydi. Fotoğraf 1960’lı yıllardan. (Metin Sözen arşivi)

Diyarbakır bugün Kürt nüfusun çoğunluğu teşkil ettiği bir şehir. Ancak tarihsel olarak hiçbir etnik grubun veya cemaatin kendi adına sahiplenemeyeceği bir çeşitlilik arz etti hep, buna koşut bir çoğulculuğu bünyesinde barındırdı.

Kozmopolit metropoller “barış şehri” olmak durumundadır. Konumlarını ancak bu şekilde korurlar. Bu yüzden tarih boyunca Diyarbekir barışını tehdit eden asıl unsurlar, iç çatışmalara neden olacak şehiriçi çıkar grupları ve cemaatlerden ziyade, dışarıdan gelmişti. Şehirdeki huzursuzluklar cemaatler arası çatışmalar şeklinde değil, hangi cemaatten veya etnik kökenden olursa olsun şehir mütegallibesi ile emekçi gruplar arasında cereyan etti.

Bu tip şehirler, refahını artırmak ve rızkını aramak, koruma aramak, dağınıklıktan kurtularak kendi aidiyetini rahatça yaşayabileceği bir merkeze sığınmak gibi ihtiyacı olan her türden insanı kendisine çeker. Diyarbekir, merkezinde durduğu tarihsel-kültürel coğrafyanın bütün halklarına açık oldu, o coğrafya Diyarbekir’i besledi ve kozmopolitizm de kendi çevresini belli ölçülerde terbiye etti. Böylece buraya has bir şehirlilik, bir “Diyarbekirlilik” hali doğdu. Daha sonra bundan eser kalmayacak olsa da, Mıgırdiç Margosyan’ın “Gâvur Mahallesi”nde anlattığı, bu şehirlilik halinin ve kozmopolitizmin son zamanlarının bir resmidir aslında.

Diyarbakır tarihinde çeşitlilikten mülhem nüfus yapısını değiştiren en önemli olaylardan biri 1915’te ölümcül bir şiddetle hayata geçirilen Ermeni Tehciri oldu. Fotoğrafta 1915’te hayatlarını kaybeden Mıgırdiç Yağlıcıyan ve Gadar Amiryan çocuklarıyla birlikte görülüyor.
Diyarbakır tarihinde çeşitlilikten mülhem nüfus yapısını değiştiren en önemli olaylardan biri 1915’te ölümcül bir şiddetle hayata geçirilen Ermeni Tehciri oldu. Fotoğrafta 1915’te hayatlarını kaybeden Mıgırdiç Yağlıcıyan ve Gadar Amiryan çocuklarıyla birlikte görülüyor.

Şehirdeki çeşitliliğin 1915’te büyük bir şiddetle uygulanan Ermeni Tehciri ile bozulduğunu söylemek mümkün. Bu tarihten sonra şehrin Ermeni nüfusunun, Katolik, Ortodoks veya Protestan fark etmeksizin yüzlerle ifade edilen seviyelere indiği, zaman içinde ise yitip gittiği söylenebilir. Buna koşut biçimde Süryani ve Keldani nüfusu da azalarak küçük birer cemaate dönüştü. Özellikle Nasturi nüfusun 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren yavaş yavaş Irak ve İran’a doğru çekildiği görülüyor.

“Kürt Yahudileri” de denilen Diyarbekir Yahudileri, Çermik Yahudileri ile birlikte, 1948 yılında İsrail Devleti’nin kurulmasıyla birlikte şehri terk etti. Böylelikle bu kozmopolit metropol erken Cumhuriyet döneminde, modernleşme ve uluslaşma aygıtlarının bir araya toplandığı idari bir merkez haline dönüştü. Aynı zamanda çevredeki daha küçük şehir ve kasabaların ve kendi köylerinin hizmetlerini gören, 3. ve 4. kademe merkezlere has işlevlerini yerine getiren bir yerel merkez haline geldi. Diyarbekir’in geçmişini temsil eden dinsel ve etnik çeşitliliğine ilişkin izler ise ne yazık ki erken Cumhuriyet döneminden itibaren ciddi bir tahribata uğradı, büyükçe bir kısmı ise tamamen yok oldu.

Diyarbakırlı Kırkpanturlar ailesi. (Fotoğraf: Oruç Ejder arşivi)
Diyarbakırlı Kırkpanturlar ailesi. (Fotoğraf: Oruç Ejder arşivi)

Gayrimüslimlerden neredeyse “arındırılmış” Diyarbekir’in Cumhuriyet tarihindeki öyküsü artık resmen “Diyarbakır” adı altında anlatılır.

1927 sayımı verilerine göre vilâyet sathında (köyler dâhil) Ermenilerin sayısı 2.490, Katolik ve Protestanların 402, Yahudilerin ise 392’ydi. Muhtemelen az sayıdaki Süryani nüfus, Ermenilerin içinde sayılmış. Buna karşılık Müslüman nüfus 185 bin. Hâlbuki 1870 tarihli Diyarbekir Salnâmesi’nde şehirdeki Müslümanların nüfusu 9.800, Katolik ve Ortodokslar dâhil Ermenilerin 7.500, Süryani ve Süryani Katoliklerin toplamda 1.500, Keldanilerin yaklaşık 1.000, Rum Ortodoks ve Katoliklerin toplamda 360, Protestanların 650 ve Yahudilerin 280 kişiydi. Gayrimüslimlerin toplamı Müslümanlardan fazlaydı. (Yaklaşık 11 bin gayrimüslime karşılık, 9.800 Müslüman.)

1927 sayımında vilâyet sathında anadilini Kürtçe beyan edenler 132 bin, Türkçe diyenler 56 bin, Arapça diyenler 2.200, Ermenice beyan edenler ise yaklaşık 1.000 kişi. Kürtçe konuşanlar vilâyet içinde nüfusun yüzde 68’ini oluşturuyor.

19. yüzyılın sonlarındaki nüfus oranları üzerinden bakıldığında, Ermenilerin ve Süryanilerin şehir nüfusundaki oranı yüzde 43’ler mertebesinden yüzde 3’lere gerilemiş. Anadilini Türkçe beyan edenlerin çoğunluğunun Zaza bölgesinde (Ergani, Çermik ve Çüngüş) bulunması ise ilginç. 1965 sayımında (anadil sorulan son sayımdır) Diyarbakır genelinde anadilinin Kurmanci ve Zazaki/Kırmancki olduğunu beyan edenlerin sayısı 294 bine (toplam nüfusun yaklaşık yüzde 62’si) ulaşmış. Aynı sayımda Türkçe diyenler 178 bin, Arapça diyenler ise 2.500 kadar. Kaç kişinin Ermenice veya Süryanice konuştuğuna dair herhangi bir kayıt yok. Ancak sayılarının yüzlerle ifade edilebileceğini söyleyebiliriz. Şehirde neredeyse hiç Ermeni kalmazken, Kadim Süryani cemaati de bir kiliseyi dolduracak seviyeye inmiş.

Fotoğraf: Oruç Ejder arşivi
Fotoğraf: Oruç Ejder arşivi
Bugün bir milyon kişinin yaşadığı Diyarbakır’ın nüfus tarihi diğer metropollere çok benzemiyor. 1960’larda çekilen bu fotoğrafta en işlek noktalardan biri, Dağkapı civarı görülüyor. (Oruç Ejder arşivi)
Bugün bir milyon kişinin yaşadığı Diyarbakır’ın nüfus tarihi diğer metropollere çok benzemiyor. 1960’larda çekilen bu fotoğrafta en işlek noktalardan biri, Dağkapı civarı görülüyor. (Oruç Ejder arşivi)

Devletin yaptığı bir sayıma bilgi verenlerin ulus-devlet karşısındaki çekingenliği dikkate alınırsa, anadilini Türkçe beyan edenlerin sayısının abartılı olduğu söylenebilir. Bunun yanında Diyarbakır şehrinin bölgesel bir idari ve iktisadi merkez oluşu, burada anadili Türkçe olan nüfusun daha kalabalık temsil edilmesine de yol açmış.

Şehrin nüfusu içinde artık Türkçe ve Kürtçe konuşan Müslümanlar ezici çoğunluğu teşkil ediyor. Bu konuda herhangi bir istatistikî veri olmasa da bunların arasında Kurmanc ve Zazaların çoğunlukta olduğunu söylemek mümkün ve makûl. 1990’larda başlayan köy boşaltmalar ise Diyarbakır içindeki Kürt nüfusunu daha da artırdı. 1965’te 100 bin civarında olan Diyarbakır şehir nüfusu, 1990’lara kadar ancak üç katının biraz üzerine çıktı. 2000 yılına gelindiğinde bu sayı 545 bin, 2010’da 900 bin oldu. Şu yıllarda ise 1 milyonun üzerinde seyrediyor. Bu nüfus artış hızı Türkiye’nin başka metropollerine benzemeyen bir eşiğe işaret ediyor. Köy boşaltmaların yoğunlaşmasıyla başlayan, ayrıca 1990’larda kırdan metropollere göçün hızlanmasıyla desteklenen bu eğilim, Diyarbakır’ın yakın çevresindeki illerden kaynaklanan, dolayısıyla Kurmanc ve Zaza nüfusu içeren yüksek bir hareketliliği temsil ediyor.

Metin: Prof. Dr. Suavi Aydın, Antropolog

 


 

SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA

• Beysanoğlu, Ş. (1962) Diyarbakır Coğrafyası, Şehir Matbaası, İstanbul.
• Diken, Ş. (2013) “Diyarbakır ‘Hangi’ Mahle?”, Diyarbakır ve Çevresi Toplumsal ve Ekonomik Tarihi Konferansı Tebliğleri, Hrant Dink Vakfı, İstanbul: 421-426.
• Ertem, Ö. (2013) “‘Fiyatı Âlidir!’ Diyarbakır’da Kıtlık, Yokluk ve Şiddet, 1879-1901”, Diyarbakır ve Çevresi Toplumsal ve Ekonomik Tarihi Konferansı Tebliğleri, Hrant Dink Vakfı, İstanbul: 73-79.
• Hovanissian, R. G. (ed.), (2006) Armenian Tigranakert/Diarbekir and Edessa/Urfa, Mazda Publishers, Costa Mesa, California.
• İlhan, M. M. (2000) Amid (Diyarbakır): 1518 Tarihli Defter-i Mufassal, TTK Yayınları, Ankara.
• Jongerden, J. ve Verheij J. (ed.), (2012) Social Relations in Ottoman Diyarbekir, 1870-1915, Brill, Leiden.
• Karalevsky, C. (1914) “Amid”, Dictionnaire d’histoire et de géographie ecclésiastiques, Cilt 2, Letouzey et Ané, Paris: 1237-1249.
• Kessel, G. (2015) “Manuscript Collection of the Syrian Orthodox Church Meryemana in Diyarbakır: A Preliminary Survey”, Manuscripta Syriaca. Des sources de première main, (ed.) Françoise Briquel Chatonnet ve Muriel Debié, Geuthner, Paris: 79-123.
• Margosyan, M. (1994) Gâvur Mahallesi, Aras Yayınları, İstanbul.
• McDowall, D. (2007) A Modern History of the Kurds, I.B. Tauris, Londra ve New York.
• Najarian, P. (2006) Son Ermeni, (çev.) İnci Batuk, Aras Yayınları, İstanbul.
• Restle, M. (1966) “Amida”, Reallexikon zur byzantinischen Kunst, Cilt 1, A. Hiersemann, Stuttgart: 133-137.
• Taşğın, A. (2008) “Şemsîler”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Diyarbakır, Cilt 3, (ed.) Bahaeddin Yediyıldız ve Kerstin Tomenendal, Diyarbakır Valiliği ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara: 753-762.
• Tezokur, M. H. (2008) “XIX. Yüzyıl Diyarbakır’ında Süryaniler”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Diyarbakır, Cilt 3, (ed.) Bahaeddin Yediyıldız ve Kerstin Tomenendal, Diyarbakır Valiliği ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara: 645-661.
• Teule, H. (2008) “Joseph II, Chaldean Patriarch in Diyarbakır and the Intellectual Orientations of his Community at the End of the 17th Century and the Beginning of the 18th Century”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Diyarbakır, Cilt 3, (ed.) Bahaeddin Yediyıldız ve Kerstin Tomenendal, Diyarbakır Valiliği ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara: 677-686.
• Yılmazçelik, İ. (2014) XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır (1790-1840), TTK Yayınları, Ankara.

SERGİ KÜNYESİ


Katkıda bulunan yazarlar

Doç. Dr. Birgül Açıkyıldız, Prof. Dr. Suavi Aydın, Doç. Dr. Emine Ekinci Dağtekin, Ara Dinkjian, Birsen İnal, Mehmet Mercan, Kenan Özhal, Silva Özyerli, Filiz Parlak, Doç. Dr. Clémence Scalbert Yücel, Can Şakarer, Mehmet Şimşek, Hayri Yoldaş

Sergi editörü

Pınar Öğünç

Çeviri

Murat Bayram, İnan Eroğlu (Kürtçe)
Nazım Dikbaş, Onur Günay (İngilizce)

Tasarım

Fika

Yayın tarihi

Temmuz 2020 / Kasım 2020