Ara

Diyarbakır’ın üretim ve ticaret üzerinden okunacak tarihi, bu geçmişe yakışır berekette bir malzeme sunuyor. Şehrin coğrafi yapısı ve bunun getirdiği iklim çeşitliliği, öncelikle ürün yelpazesinin her daim genişlemesine yol açmış. Bölgesel olarak ticaret yollarının kesiştiği bir kavşakta bulunması, Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına katıldıktan sonra stratejik bir gümrük kapısı olarak işleyişi, Diyarbakır’ın bu anlamda önemini daha da artırıyor.

Bu başlıkta bugüne uzanmak, savaşlar, bölgesel ve küresel değişimler, kıtlıklar kadar, yapılmayan toprak reformlarını, bölgeyi iktisadi açıdan azgelişmişliğe mahkûm eden politikaları, neoliberalizmin bu siyasetle birleştiğinde doğurduğu ağır sonuçları da konuşmayı gerektiriyor. Tarihçi Uğur Bayraktar, Diyarbakır Hafızası için çerçeveyi çizdi. Daha sonra buğday, ipek, bakır, üzüm, hayvancılık ve kuyumculuk üzerinden bu tarihe daha yakından bakacağız.

Özellikle 16. yüzyıldan sonra Diyarbakır üretim ve ticarette etkin konumunu artırırken, tarihî surları bir geçiş noktasıydı. Fotoğrafta Dicle’den keleklerden alınan ürünler, Keçi Burcu’nun önünden geçerek Mardinkapı’dan şehre götürülüyor.
Özellikle 16. yüzyıldan sonra Diyarbakır üretim ve ticarette etkin konumunu artırırken, tarihî surları bir geçiş noktasıydı. Fotoğrafta Dicle’den keleklerden alınan ürünler, Keçi Burcu’nun önünden geçerek Mardinkapı’dan şehre götürülüyor.

Diyarbekir, Osmanlı İmparatorluğu’nun Safevi İmparatorluğu’na karşı verdiği 16. yüzyıldaki mücadele ile Osmanlı tarafına katıldığından bu yana üretim ve ticarette etkin bir noktada oldu. Bunda coğrafi koşulları kadar imparatorluğun sınırlarında yer almasının da etkisi vardı. Günümüzde Batman, Elazığ, Mardin, Siirt, Şanlıurfa ve Şırnak’ı kapsayacak kadar geniş bir coğrafyaya hâkim Diyarbekir eyaleti, Kürdistan’ın kuzey kısmını teşkil ederken, Diyarbekir’in Nil’i olarak anılan Dicle, bu geniş coğrafyayı da dört bölgeye ayırıyordu:

• Bazalt taşların oluşturduğu merkez bölge,
• Aladağlar’ın bir kısmını teşkil eden ve batıdan doğuya uzanan kuzey bölgesi,
• Karacadağ ve Tûr Abdin hâricinde genellikle düz ve erişimi kolay olan güney bölgesi,
• Dicle’nin güney Diyarbekir ile merkez Kürdistan arasında coğrafi bir ayrım çizdiği doğu bölgesi.

Volkanik yapısıyla Karacadağ, bulunduğu platonun ürün çeşitliliğini artırarak iki havzaya ayırıyor.
Volkanik yapısıyla Karacadağ, bulunduğu platonun ürün çeşitliliğini artırarak iki havzaya ayırıyor.

Dicle’nin kuzey ve merkez Kürdistan’ı ayırışı gibi Karacadağ’ın volkanik kütlesi de platoyu Dicle’nin doğusundaki ve Fırat’ın batısındaki olmak üzere iki havzaya ayırır. Bu coğrafi koşulların sonucu olarak farklı iklim koşulları gözlemlense de Diyarbekir’de genellikle karasal iklim olduğu söylenebilir. 1830’larda Diyarbekir’in kuzeydoğusundaki Kulp’a gelen seyyah James Brant de alçak dağları kaplayan bodur meşe ağaçlarının yerini birden maki ve pamuk tarlalarına bıraktığını gözlemlemiş. Bu tür iklim değişiklikleri, bu geniş coğrafyada her daim tarımsal üretime zenginlik katan bir unsur oldu.

Diyarbakır, 15. yüzyıldan başlayarak geniş bir coğrafyanın önemli ticaret rotalarından olan İpek Yolu’nun bir durağıydı. 1920’lerde çekilen bu fotoğraf Sur’daki tarihî Zahire Pazarı’ndan.
Diyarbakır, 15. yüzyıldan başlayarak geniş bir coğrafyanın önemli ticaret rotalarından olan İpek Yolu’nun bir durağıydı. 1920’lerde çekilen bu fotoğraf Sur’daki tarihî Zahire Pazarı’ndan.

Coğrafi özellikler açısından zenginliğin yanı sıra, Diyarbekir büyük ticaret yollarının kesişim noktası olarak her zaman önemli bir şehirdi. 15. ve 16. yüzyıllarda İpek Yolu olarak da bilinen, Tebriz’den başlayarak Van, Bitlis ve Diyarbekir’i geçip Halep’e ulaşan güzergâhta anahtar bir rolü mevcuttu. Bununla birlikte Filistin’deki kutsal yerlere giderek hacı olan birçok Hıristiyanın da dönüş yolu üzerinde yer alıyordu.

Diyarbekir, 17. yüzyıldan itibaren ipek ticareti rotasının Halep’ten uzaklaşarak Bursa’ya ve sonrasında İzmir’e yönelmesiyle, uzun mesafe ticaretindeki yerini büyük ölçüde kaybetti. Bunda İpek Yolu’ndaki dönüşümler dışında başka etkenler de söz konusuydu. Örneğin 1577’de Diyarbekir’den Van’a 10 bin kile¹ buğdayı nakletmek, taşınacak buğdayın ederinden fazla tutuyordu. Yine de erken modern dönem boyunca Diyarbekir, tıpkı Halep gibi, uzun mesafe nakliye maliyetlerine rağmen süren farklı metaların ticaret güzergâhlarında Samsun, Bağdat ve Erzurum yönünde seyahat eden tüccarların önemli durağı olmayı sürdürdü. Yeni ticaret yollarına yönelim eski günlerinden uzaklaştırmıştı fakat 19. yüzyılın ilk çeyreğinde Diyarbekir eski ticaret yolları üzerindeki önemini de kaybetmemişti. Kayıtlara geçen, Halep tası, Tokat çiti (yazma), Şam kutnisi (pamuklu), Frenk tası, Ankara şalı, Tosya şalı, Bağdat abası, Harput bezi, Mısır peşkiri, Trablus kuşağı, Maraş abası, Basra çarşafı ve Kütahya fincanı gibi oldukça zengin ürün yelpazesi de bunun bir göstergesi.

¹ Genellikle tahıl ölçmede kullanılan belirli hacimdeki kap, ölçek.
Diyarbakır’ın 1800’lü yıllarını, Osmanlı tarihindeki gelişmelere paralel olarak üç döneme ayırarak okumak mümkün. (Harita: “XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır”, İbrahim Yılmazçelik)
Diyarbakır’ın 1800’lü yıllarını, Osmanlı tarihindeki gelişmelere paralel olarak üç döneme ayırarak okumak mümkün. (Harita: “XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır”, İbrahim Yılmazçelik)

Diyarbekir’i ticaret açısından önemli kılan bir başka unsur ise imparatorluğun doğuya açılan kapıları niteliğindeki gümrüklerinden biri olmasıydı. Özellikle İran veya Dağıstan üzerinden gelen tüccarlar için şehir önemli bir kavşaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı kapitalizmine eklemlendiği 1830 ve 1840’lardan sonra, Diyarbekir pazarları da serbest ticaret ilkeleri doğrultusunda açılarak ithalat ve ihracatta büyük artışlar yaşandı.

19. yüzyıl Diyarbekir’ini iktisadi olarak üç dönemde ele almak mümkün:

• 1830’lardan 1860’lara kadar uzanan gerileme dönemi,
• 1860’lardan 1890’lara kadar uzanan toparlanma dönemi,
• Birinci Dünya Savaşı’na kadar uzanan büyüme dönemi.

Diyarbakır’ın üretimi hem Osmanlı Devleti içinde farklı bölgelere yollanıyor, hem de ithalatın önemli bir parçasını oluşturuyordu. Fotoğraftakiler, Sur’daki Borsa Hanı’nda nakledilmeyi bekleyen sade yağ tenekeleri ve badem çuvalları. (Oruç Ejder arşivi)
Diyarbakır’ın üretimi hem Osmanlı Devleti içinde farklı bölgelere yollanıyor, hem de ithalatın önemli bir parçasını oluşturuyordu. Fotoğraftakiler, Sur’daki Borsa Hanı’nda nakledilmeyi bekleyen sade yağ tenekeleri ve badem çuvalları. (Oruç Ejder arşivi)

Osmanlı Kürdistanı’nın imparatorluğa katıldığı dönemden beri, kendilerine ait toprakları özerk şekilde yöneten mirlerin 1830’larda başlayan tasfiyesi, bölgeye hem askerî bir yıkım hem de sonrasında siyasi istikrarsızlık getirerek, ticareti büyük ölçüde baltalamıştı. Bu yıkımın etkilerinin daha az hissedilir olduğu 1860’lardan itibaren ise Diyarbekir eyaletinde ticaret, Batı kapitalizmine eklemlenmenin de etkisiyle arttı.

Britanya konsolosluk raporlarında derlendiği üzere 1857’de gerek yurtdışına, gerekse de diğer Osmanlı bölgelerine yollanan 441 ton yün, ürünler arasında başı çekiyordu. Bunu, yarısı imparatorluğa yollanan, diğer yarısı ise ihraç edilen 735 ton pirinç izliyordu.

Elbette ihracat kadar ithalat da batı pazarlarına açılan Osmanlı ekonomisi için önemliydi. Giyilen kıyafetlerin çoğu Halep yoluyla Avrupa’dan, birçok cam mamul Almanlardan ve ince muslin (tülbent), kaşmir şallar, baharat ve tıbbi malzemeler Bağdat aracılığıyla Hindistan’dan geliyordu. Bunun yanı sıra Diyarbekir’deki dokuma sanayiinde kullanılan İngiliz pamuk ipliği miktarının 1860-1880 yılları arasında dört ilâ beşe katlandığını, 1890’lara geldiğimizde ise bir kez daha ikiye katlandığını biliyoruz.

1875’te Osmanlı Devleti’nin moratoryum ilân etmesi, 1880’lerdeki kıtlıklar, 93 Harbi olarak da bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ve 1880’deki Şeyh Ubeydullah İsyanı ile Diyarbekir’de ticaret ve üretim, 1890’lara kadar küçülmeye gitti. 1890-1914 yılları arasında yaşanan toparlanmada ise Diyarbekir’den ihraç edilen tüm metanın yüzde 40’ını yün, ipek, tiftik, palamut meşesi ve hayvan postu oluşturuyordu. Kalan ürünler ise sanayi ürünleri ile tereyağı, pirinç, koyun ve deve gibi tarımsal ve hayvansal ürünler olarak imparatorluğun birçok bölgesine gönderiliyordu. Bu toparlanmanın bir sonucu olarak, önceki yüzyıllarda şehrin yönetimi ve vergi tahsilatında önemli rol oynamış Şeyhzâde ve Gevranzâde ailelerinin yerini, ilçelerde büyük ölçekli toprak sahibi, ticaretle iştigal eden yeni aileler almıştı. Ticaret ve iş dünyasındaki etkin Ermeni ailelere rakip olarak ortaya çıkan bu Kürt ailelerin başında Pirinççizâdeler, Cerciszâdeler, Ekinciler vardı. Onlarla birlikte 16. yüzyıldan 1835’e kadar Hazro, Lice ve Hani bölgesini özerk şekilde idare etmiş ve yüzyıl dönümünde şehre yerleşen (Cumhuriyetle birlikte Budak adını alacak) Zirki mirleri gelmekteydi.

1820’lerde Diyarbakır’a gelen İngiliz seyyah James Silk Buckingham, “Mezopotamya Seyahatleri” kitabında izlenimlerini paylaşmıştı. Kitapta yer alan bu resim Dicle’yi geçerek Diyarbakır’a ilk giriş ânını betimliyor. (New York Halk Kütüphanesi)
1820’lerde Diyarbakır’a gelen İngiliz seyyah James Silk Buckingham, “Mezopotamya Seyahatleri” kitabında izlenimlerini paylaşmıştı. Kitapta yer alan bu resim Dicle’yi geçerek Diyarbakır’a ilk giriş ânını betimliyor. (New York Halk Kütüphanesi)

Ticaretteki önemini 19. yüzyılda da koruyan Diyarbekir, üretimde de hâlâ önde gelen bir Osmanlı kentiydi. İngiliz seyyah James Silk Buckingham’ın 1820’lerdeki gözlemlerine bakılacak olursa, kentin temel imalatı ipek ve pamuklu mamuller başta olmak üzere, tülbent ve mendiller, her renkten deri, nalbant ürünleri ve yasemin dalından yapılmış altın ve gümüşle bezenmiş pipolardı. Şehirde on beş binden az olmayacak kadar dokuma tezgâhı, işlerini Hasan Paşa Hanı’nda gören beş yüz kadar pamuk basmacı, üç yüz kadar deri işiyle uğraşan debbağ¹ ve yüz kadar da nalbant vardı. Ayrıca çevreden, özellikle Ergani-Maden bölgesinden gelen madenlerin döküm işlerini gerçekleştiren bir kalhane de mevcuttu.

¹ Sepici, deri işinde tabakçı.
Dericilik bölgede geçmişi uzun bir zanaat. Seyyah James Silk Buckingham, şehirde bulunduğu 1820’lerde sadece Hasan Paşa Hanı’nda üç yüz civarında debbağ bulunduğunu kaydetmiş. Bu fotoğraflar 1940’lı yıllardan. (Mahmut Tok arşivi)
Dericilik bölgede geçmişi uzun bir zanaat. Seyyah James Silk Buckingham, şehirde bulunduğu 1820’lerde sadece Hasan Paşa Hanı’nda üç yüz civarında debbağ bulunduğunu kaydetmiş. Bu fotoğraflar 1940’lı yıllardan. (Mahmut Tok arşivi)
19. yüzyılda Diyarbakır’ın gelir kalemlerinden biri de dokumacılıktı. Pamuktan imal edilen kirpas ve ipek puşiler İstanbul’da şöhret kazanmıştı. (Fotoğraf: Mehmet Mercan)
19. yüzyılda Diyarbakır’ın gelir kalemlerinden biri de dokumacılıktı. Pamuktan imal edilen kirpas ve ipek puşiler İstanbul’da şöhret kazanmıştı. (Fotoğraf: Mehmet Mercan)

Diyarbekir’de 19. yüzyılda üretimin önemli kalemlerinden birini pamuk ve buna dayalı gelişen dokuma sanayii teşkil ediyordu. Dokuma işi sadece mengenehanelerle kısıtlı değildi; sayıları çok fazla olmasa da halk arasında evlerine kurdukları tezgâhlarda kumaş dokuma işiyle uğraşanlar da mevcuttu. Kirpas denen kırmızı pamuklu bez İstanbul’da büyük bir şöhrete sahipti. Dokumacılık ürünleri arasında saf ipliğin ve derinin boyamasında kullanılan mazı, başı çekiyordu.

Diyarbakır’da tahıl tarımının yanında, daha çok göçebe Kürt aşiretlerinin tercih ettiği hayvancılık da üretimin önemli bir parçası oldu.
Diyarbakır’da tahıl tarımının yanında, daha çok göçebe Kürt aşiretlerinin tercih ettiği hayvancılık da üretimin önemli bir parçası oldu.

Bölgede buğday, arpa, darı, nohut, mercimek gibi tahıl ürünlerinin üretimi de hep gelişkindi. Özellikle Silvan erken modern dönemden günümüze dek bölgenin “tahıl ambarını” oluşturdu. Evliya Çelebi’nin zamanında adlarını başta andığı kavun ve karpuz ile birlikte Diyarbekir çevresinde salatalık, üzüm, erik, portakal ve daha birçok meyve yetiştiriliyordu. Üzüm üretimiyle birlikte şarapçılık da gelişmişti. Bu üretimde Ermeniler ve Süryaniler önemli bir yer kaplıyorken, geri kalan tarımsal üretimin büyük çoğunluğunu taşradaki yerleşik Ermeniler ve Kürtler üstlenmişti.

Bölgedeki Kürt aşiretlerin çoğunluğunu teşkil ettiği göçebe nüfusun ilgilendiği hayvancılık da üretimin önemli bir parçasıydı. Koyun ve keçi yetiştiriciliği, bölge ekonomisinde büyük bir rol üstlendiği gibi, 16. ve 17. yüzyıldan itibaren İstanbul’un et ihtiyacını karşılama açısından da mühimdi.

Bakır madeni işleten ve fabrikasında işleyen Sarkis Çulciyan (sonradan Kazancıyan, solda oturan) bu fotoğrafı 1900 yılında oğluna yollamak üzere çektirmiş. Kendisi de bakırcı olan oğlu, 1895’te başlayan katliamların ardından Diyarbakır’ı terk ederek New York’a göç etmiş. (Fotoğraf: Project SAVE Ermeni Fotoğraf Arşivleri, John Kazancıyan’ın izniyle)
Bakır madeni işleten ve fabrikasında işleyen Sarkis Çulciyan (sonradan Kazancıyan, solda oturan) bu fotoğrafı 1900 yılında oğluna yollamak üzere çektirmiş. Kendisi de bakırcı olan oğlu, 1895’te başlayan katliamların ardından Diyarbakır’ı terk ederek New York’a göç etmiş. (Fotoğraf: Project SAVE Ermeni Fotoğraf Arşivleri, John Kazancıyan’ın izniyle)

Şehirde bilhassa Ermeni nalbantların elinde ışıldayan bakır ve demircilik işleri, 1896’da Sason’da başlayan ve Anadolu’nun büyük çoğunluğuna yayılan Ermeni katliamları ve sonrasında hayatta kalan Ermenilerin imparatorluğu terk etmesi ile sekteye uğradı. 1915’teki soykırımdan sonra ise kentteki zanaatkârlarla birlikte kırsalda bağcılık ve şarap üretimiyle uğraşanlar da yok oldu. Bu, yaşanan tüm acının yanında, bölgedeki üretim açısından da büyük bir darbe anlamına geliyordu.

1883-1972 yılları arasında yaşayan, araştırmalarına sıklıkla konu ettiği Türkiye’de bir süre yaşayarak ders de veren Fransız ressam, mimar, arkeolog, seyyah Albert Gabriel, Sur’daki Buğday Pazarı’nı 1932 yılında fotoğraflamış.
1883-1972 yılları arasında yaşayan, araştırmalarına sıklıkla konu ettiği Türkiye’de bir süre yaşayarak ders de veren Fransız ressam, mimar, arkeolog, seyyah Albert Gabriel, Sur’daki Buğday Pazarı’nı 1932 yılında fotoğraflamış.

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren uygulanan, Kürtlere yönelik zorunlu iskân ve asimilasyon gibi politikaların iktisadi karşılığı, Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerin az gelişmiş bırakılması oldu. 1927’deki verilere göre, yaklaşık 1,4 milyon tarım aleti ve makinesinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki sayısı, toplamın yüzde 10’undan daha azına denk geliyordu. 1930’lardaki iskân politikalarının devamı olarak Kürt olmayan göçmenlerin bölgeye yerleştirilmesi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren yaşanan tarımsal verimlilik meselelerini ve her nevi sosyoekonomik sorunu daha da derinleştirdi. Bu açıdan Diyarbekir, Britanya konsolosluk raporlarına göre 1890’larda bölgeler arası ölçekte 1 milyon sterlinden daha fazla değerde meta ihraç edebilen bir bölgeden, 1930’larda ancak kendine yeterli üretimi yapabilme raddesine gerilemişti.

Sur, her daim birçok zanaatın merkezi oldu. Fotoğraflar da 1930’larda Sur’da bir çömlek atölyesinde çekilmiş. (Adil Tekin arşivi)
Sur, her daim birçok zanaatın merkezi oldu. Fotoğraflar da 1930’larda Sur’da bir çömlek atölyesinde çekilmiş. (Adil Tekin arşivi)
1950’den sonra Diyarbakır’ın ticaret ve üretim hayatına yön veren faktörlerden biri tarımda makineleşme ve geleneksel üretim usullerinin bununla rekabet edemez hale gelişi oldu. Fotoğraf, her daim işlek olan Hasan Paşa Hanı’nı 1955 yılında gösteriyor.
1950’den sonra Diyarbakır’ın ticaret ve üretim hayatına yön veren faktörlerden biri tarımda makineleşme ve geleneksel üretim usullerinin bununla rekabet edemez hale gelişi oldu. Fotoğraf, her daim işlek olan Hasan Paşa Hanı’nı 1955 yılında gösteriyor.

1960’lardan itibaren Türkiye’nin başlattığı “ithal ikameci sanayileşme” ile geç de olsa gelen atılımın Diyarbekir’de karşılığı olmadı; şehir tarıma mahkûm bırakıldı. Tarımda da bir toprak reformu yapılmadığından, 1950’lerden sonra hız kazanan makineleşme sadece büyük toprak sahipliğine, ağa ve bey köylerinin ortaya çıkmasına yol açtı. Tüm bu gelişmeler sonucunda üretim açısından Diyarbekir’in batıdaki şehirlerle bölgesel farklılığı daha da belirgin hâle geldi. Bu farklılığın günümüze kadar uzanmasının iki gerekçesi daha var. İlki, 1984’ten sonra Türkiye ordusu ile PKK arasındaki çatışmalı süreç ve bu sürecin sonuçları. İkincisi ise 1980’li yıllardan itibaren neoliberalizmin tarıma daha da büyük darbe vurması. Bu koşullarda kamu ve özel yatırımları, bu uzun soluklu iktisadi geri kalmışlığa çare olamayacak düzeyde kaldı ve etkileri de sürüyor.

Metin: Dr. Uğur Bayraktar, Tarihçi

 


 

SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA

• Astourian, S. H. (2011) “The Silence of the Land: Agrarian Relations, Ethnicity, and Power”, A Question of Genocide: Armenians and Turks at the End of the Ottoman Empire, (ed.) Ronald Grigor Suny, Fatma Müge Göçek ve Norman M. Naimark, Oxford University Press, New York, NY: 55-81.
• Aydın, S. ve Verheij, J. (2012) “Confusion in the Cauldron: Some Notes on Ethno-Religious Groups, Local Powers and the Ottoman State in Diyarbekir Province, 1800-1870”, Social Relations in Ottoman Diyarbekir, 1870-1915, (ed.) Joost Jongerden ve Jelle Verheij, Brill, Leiden ve Boston: 15-54.
• Beysanoğlu, Ş. (1962) Diyarbakır Coğrafyası, Şehir Matbaası, İstanbul.
• van Bruinessen, M. ve Boeschoten, H. (ed.), (1988) Evliya Çelebi in Diyarbekir: The Relevant Section of the Seyahatname, E.J. Brill, Leiden ve New York.
• Buckingham, J. S. (1827) Travels in Mesopotamia Including a Journey from Aleppo to Bagdad by the Route of Beer, Orfah, Diarbekr, Mardin & Mousul, Cilt 1, Londra.
İzmir Fuarında Diyarbakır, Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası, Diyarbakır, 1938.
• Erinç, S. ve Tunçdilek, N. (1952) “The Agricultural Regions of Turkey”, Geographical Review, 42(2): 179-203.
• Hovannisian, R. G. (ed.), (2006) Armenian Tigranakert/Diarbekir and Edessa/Urfa, Mazda Publishers, Costa Mesa, CA.
• Quataert, D. (1993) Ottoman Manufacturing in the Age of the Industrial Revolution, Cambridge University Press, Cambridge.
• Yadırgı, V. (2017) The Political Economy of the Kurds of Turkey: From the Ottoman Empire to the Turkish Republic, Cambridge University Press, Cambridge.
• Yılmazçelik, İ. (1995) XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır (1790-1840), Türk Tarih Kurumu, Ankara.

SERGİ KÜNYESİ


Katkıda bulunan yazarlar

Dr. Mehmet Atlı, Levon Bağış, Dr. Uğur Bayraktar, Prof. Dr. Gültekin Özdemir, Prof. Dr. Aslı Özdoğan

Sergi editörü

Pınar Öğünç

Çeviri

Ekrem Yıldız, Murat Bayram, Selamî Esen (Kürtçe)
Nazım Dikbaş (İngilizce)

Tasarım

Fika

Yayın tarihi

Nisan 2021 / Kasım 2021